11 Aralık 2006 Pazartesi

Soguk Olum

Kis insanin aklina lapa lapa yagan kari, evden seyredilen beyaz kar tanelerini, sicacik bir kahve iciminin ertesinde kar topu oynamayi getirse de, tercih edilmeyen sekilde disarida olunca, donarak bir sekilde olume mahkum bile olabiliyor insan. Gecen hafta ortalarinda hava ne kadar da cok soguk ve biz tir tir buzusmusken icimizde, kotu bir haber okuduk pek de tanidik olmayan birisine ait.

CNET'in editorlerinden 35 yasindaki James Kim, ailesi ile birlikte tatile cikar esi, yaninda 4 yasinda ve 7 aylik kizlariyla birlikte. Portland, OR'daki evlerinden San Francisco'ya dogru yola cikip yanlislikla baska yola sapinca kara gomulurler ve mahsur kalirlar. O gunlerde de Bati Amerika bolgesini buyuk bir kar firtinasi vurmustu. Uzun sure arabalarinin icinde kalirlar, ara ara arabanin icinde isinirlar, benzin bitince icerdeki dergileri, yedek lastigi, sonra diger 4 lastigi, etraftaki agac dallarini yakip isinirlar. Uzun sure ses soluk duyulmayinca etraftan, 7 gunun sonunda James, en yakin yerlesimin 4 mil (~6km) uzakta olacagini dusunup yola cikar. Halbuki en yakin yer 15mil (~22km) uzaktadir. Bu arada ise geri donmesi beklenen Kim ailesi hakkinda polise "kayip" ilani verilir ve daha da ses cikmayinca ailesi tarafindan bir helikopter kiralanip o bolge aranir. Kayiptan 9 gun sonra 4 Aralik'ta James'in esi ve cocuklari arabada bulunur, 2 gun sonra da James Kim'in cesedi bulunur soguktan donmus (hypothermia) vaziyette.

Ben dusunemiyorum o halde arabada 9 gun boyunca bir bebek ve kucuk cocukla yasamayi. Ne yersin, nerede su bulursun, temel ihtiyaclarini nasil karsilarsin... Umutsuzluk ve endise ile gecirilen her dakika insana nasil da uzun gelir kimbilir?

Iste bu haberin uzerine bir belgesel seyrettim Discovery'de sogukta ayakta kalmakla ilgili. Gene gercek bir yasam oykusu ve kara saplanip yolda mahsur kalmaya iliskindi. Diyor ki survivor uzmani, once kendinize bir barinak edinin, sizin kuru ve sicak olmaniza (sicak degilse de ortam soguklugundan koruyan) imkan veren. Insan vucudu susuz 3 gune kadar idare edebilirmis. Vucudu dehidrasyondan koruyacak ve vucut sicakligini cok dusurmeden suyu yavas yavas icin, mumkunse ilik su. Mutlaka ates yakmaya calisin. Etraftaki vahsi hayvanlardan korunmak, sicak kalmak icin araba lastikleri, etraftaki agaclar hep ates malzemesi. Ve yiyecek bulmaya calisin. Gerci insan birkac hafta yemeksiz durabilirmis ama 1 haftadan sonra vucudun gucsuzluguyle beynin karar verme mekanizmalari iyice zayifliyormus.

Bu ulke yanlis ve bilmediginiz bir yola saptiginizda zaman zaman tehlikeli olabilecek kadar buyuk bir ulke. Bugunlerde soguk ve kis bana sadece Kim ailesinin dramini hatirlatiyor. Geride kalanlar icinse ne buyuk bir aci ve travma...

Olumun yuzu soguk derler ya, sogukla gelen olum daha da soguk...

6 Aralık 2006 Çarşamba

Yemek-Kalori-Yag

Sabah ise gelirken radyoda dinledim. NY sehrinde artik restaurant menulerinde, yemeklerin kalori degerleri de yanina yazilacakmis. Derken NY Times'da bu konunun aslinda, yemeklerden trans fat'in cikarilmasinin bir sonucu oldugunu okudum.

Yiyecek sektorunde buyuk degisiklikler getirecege benzeyen bu uygulamayi ben destekliyorum. Hatta devaminda , porsiyonlari kucultmelerini, sekerin icindeki o seker tadini veren neyse onu azaltmalarini (evet bu ulkede seker daha tatli cunku), neredeyse hic yok denecek kadar az olan tuzlu urunleri arttirmalarini da oneriyorum. Yillar once Newsweek'te bir karsilastirma vardi. McDonald's'in Ingiltere ve Amerika'daki menulerinde yer alan ayni urunun yaklasik 1/3 oraninda Ingiltere'de daha kucuk oldugu yonunde.

Bu trans fat'ler zararli doymamis yaglar diye cevriliyor. Hidrojene olmus sivi yaglar, margarinler, tereyagi, ic ve kuyruk yaglarinda ve bunlardan yapilan gidalarda bulunuyor. Wiki uzun uzun bu kapsama giren yaglari anlatmis. Ozellikle kolesterol ve koroner kalp hastaliklarini arttiran bir unsur olarak bu doymamis yaglar, diyetten ilk cikarilmasi gereken yiyecekler.

Kalori yazilim isleminin Mart 2007'de uygulamaya girmesi, Temmuzda da tum lokantalarda uygulanmasi gerekiyormus. 1 Temmuz 2008'de de trans yaglarin yemeklerden kaldirilmasi gerekiyormus. 2003'de Danimarka, 2004'de Kanada bu uygulmayi gerceklestirmisler. AB ve Ingiltere'de calismalar devam ediyormus.
Kapali alanlarda sigara yasagi, trans yag yasagi derken, bakalim sirada ne var NY'da?

1 Aralık 2006 Cuma

Adaptasyon

Her yurtdisinda yasayan kisiye sorulan en klasik sorulardandir: "Donmeyi dusunuyor musunuz, ne zaman doneceksiniz? ". Ben de TR tatilinden NY'a dondugumden beridir dusunur oldum bir yerde yasamanin uyumunu, adaptasyon kriterlerini cunku bir zamanlar bir yerde mi duydum, ben mi uydurdum bilmiyorum ama aklimda soyle birsey kalmis. Mutlu olmak istiyorsan Tanzaya'daysan Tanzanyali gibi yasayacaksin, Amerika'daysan Amerikali gibi yasayacaksin. Eh haliyle, yasaminin diyelim 25 yilini TR'de gecirip, Sezen Aksu sarkilariyla buyuyup, aksam ustu simit ve cay keyfiyle aile, akraba, es-dost arasinda bir hayat surmusseniz yabanci bir ulkeye yerlesince adapte olmak bazilari icin kolay olmayabilir. Simdi tamamen kendi gozlem ve tecrubelerime gore, Amerika'daki beyaz cogunluk kulturunden yola cikip bir liste hazirladim.
  1. Yolda hem yuruyup hem kahve icmek size cok normal geliyorsa
  2. Kahvenizi istediginiz gibi olmasi icin cekinmeden uzun uzun talimat verebiliyorsaniz (extra creamy, extra foamy, no sugar, tall please...)
  3. Iste, evde, ofiste yaninizda her daim kocaman bir sisede suyunuz varsa
  4. Kredi karti faturalarinda odemeniz gereken rakamlar lojik olarak sadece size 0-9 arasi sayilardan olusmus bir kombinasyon gibi geliyorsa
  5. Ilk cocugunuz dogduktan sonra bir SUV almissaniz
  6. Cocuklarinizla sinemaya, alisverise, spora, kitapciya, velhasil kalabalik yerlere gitmekten cekimiyorsaniz
  7. Ve cocuklariniz mizmizlik yapip yerlere yatmiyorsa
  8. Kolaniza extra buz istiyorsaniz
  9. Menuden istediginiz yemek gelsin diye garsona; maydonuzu sandvicin arasina koymayin, Amerikan peynir, Swiss olsun, mayonezi horseraddish'le degistirip, karidesleri de soyle kebap usulu pisirin diyebiliyorsaniz
  10. Is yerinde mudurunuzle konusurken ciklet cigneyip, ayaklarinizi da masaya koyabiliyorsaniz
  11. Beyzbol yavas yavas size anlamli gelmeye basliyorsa
  12. Yeni yayin donemini heyecanla bekliyor ve Grey's Anatomy baysa da izlemeye devam ediyorsaniz
  13. Bir sinema buddy'niz, bir golf arkadasiniz, bir de poker grubunuz varsa
  14. Evinizde tamirci icin ihtiyac duydugunuz herseyi kendiniz halledebiliyorsaniz
  15. Ve her isin kendi alet-edavatina sahipseniz, hatta mektuplarinizi bile mektup aciciyla aciyorsaniz
  16. Kesinlikle saglik sorunlarindan bahsetmiyorsaniz
  17. Metroda, sokakta, sinemada goz temasindan kaciniyorsaniz
  18. Pazartesi sabahlari is arkadaslariniza "Hafta sonun nasil gecti" demeyi aliskanlik haline getirmisseniz
  19. Is yerinde tanimasaniz da yanindan gectiginiz insanlara "Hey, how you doing?" diyorsaniz
  20. El kol hareketlerini azaltip, kimsenin omzuna bile dokunmaz hale geliyorsaniz
  21. "Ah" unlemi artik "ouch" olmussa gunluk dilinizde
  22. Iklim size her daim sicak gelip, kis ortasinda klima neden calismiyor diye sikayet ediyorsaniz
  23. Sukran gununde hindi, 4 temmuzda barbeku yapiyorsaniz
  24. Bankadan kredi alimindan, is toplantilarinizi telefonda yapmaya kadar her isinizi bilgisayar ve telefonla halledebiliyorsaniz
  25. Kasa kuyrugunda saatlerce beklemekten iciniz kurdesen olmuyorsa
  26. Gene kasada fiyati yanlis taranan bir urun icin arkanizda bekleyen onlarca kisiye aldirmadan onu duzelttirebiliyorsaniz
  27. Alisveriste, kasada, ATM kuyrugunda yanina yarim mt'den fazla yaklastiginiz kisilerden hemen ozur dileyip, biraz yer icin musaade istiyorsaniz
  28. Sabah dus alip yari islak saclarla disari cikiyorsaniz
  29. Yasadiginiz her yer size kucuk ve kalabalik gelip, en sonunda kus ucmaz kervan gecmez bir sokakta yasamaya basliyorsaniz
  30. Hafta sonunda illa NY Times aliyorsaniz
  31. Thomas Friedman bugun neler yazmis diye gazeteye goz atiyorsaniz
  32. Gene de dunya haberlerinden habersiz olup hatta NY'u basan tahtakurusu surusunu Turk gazetelerinden ogreniyorsaniz :)
  33. Her konuda planli programli olup gelecek yilin 4 temmuz tatilinde ne yapacaginizi biliyorsaniz
  34. (Kadinlar icin) Sezaryanla dogum yapmayi bir basarisizlik olarak goruyorsaniz
  35. (Kadinlar icin) Saclarinizi duzlestirip, her hafta manikur yaptiriyorsaniz.
  36. Ve buranin vazgecilmez bir proseduru olan ofiste dis beyazligi yaptiriyorsaniz

Amerika'ya uyum saglamissinizdir... Daha da unuttuklarim vardir mutlaka.

27 Kasım 2006 Pazartesi

Her Daim NY

Dun dedik, soyle NY'u bastan basa kuzeyden guneye, dogudan batiya trenle bir dolanalim. Bizim evden guneye dogru vurunca ilk durak Yankee Stadyum sonrasinda Grand Central, Rockefeller Center, karsisindaki kilise, Empire State binasi, sonra asagi Manhattan bolgesine inince muhtesem Brooklyn koprusu, Wall Street, Tin Church, Hudson Nehrine bakan mansiyonlar derken gezmedigimiz yer kalmadi. Gezmek diyorsam yaniltici olmasin. NY sehrini simgeleyen yerlerin minyaturlerini yapmislar ve birbirleri arasi yolculugu da gene minyatur trenlerle baglamislar.


Bu gosterinin yapildigi yer NY Botanik Bahcesi. Dikdortgen bir alan dusunun genisce, giristen NY-Tren gosterisinin yapildigi alana kadar yuzlerce tropikal bitkinin arasindan geciyorsunuz. O kadar ic acici, yemyesil ki disardaki dogaya nisbet, uzunca bir sure bu bitkilerin arasindan yurudukten sonra tren gosterisinin oldugu alana geliyorsunuz. Baslangicta bir hayal kirikligi hissediyor insan, cunku tepemizde "bu kadarcik mi?" diye dolasan sadece uc-bes tren var. Yanimdaki Amerikali soyulduk diyor 18$'lik bilet parasini kastederek. Derken asil salona giriyoruz ve gercek menekselerin, bitkilerin, ciceklerin, yesilliklerin, isiklarin, suslerin arasinda NY'un muhtesem gokdelenlerini, binalarini, koprulerini ve aralarinda da dolasan trenleri goruyorsunuz. Ozellikle cocuklar icin muthis eglendirici.

Yaklasik 2 saatlik bir turdan sonra biraz da disarda dolasalim dedik. Botanik bahcesine bir gezi treni koymuslar (bu defaki gercek) ve hava kararmaya yakin da olsa biz disarisini dolasabildik. Bu tur yaklasik yarim saat suruyor. Turu yapan sofor bahcenin her noktasi icin ayri ayri bilgi veriyor. Bir hafta sonu icin zaman ayirmaya deger bir gosteri. Fotograflar Picasa'da.

17 Kasım 2006 Cuma

Perspektif

"I will be 83 years old on Dec. 12, and I've decided to retire while I'm still young" diyor, The Price Is Right'in sunucusu Bob Barker 50 yil televisyon dunyasinda kaldiktan sonra.

Bizdeki yaslanma anlayisina mutekabil, ne kadar motive edici degil mi...

13 Kasım 2006 Pazartesi

Satiyorum Satiyorum Sat-tim

Ne zaman birsey alacak olsam -kitap, audiobook, CD, DVD, elektronik esya, ucak bileti- hemen kendimi web'de buluyorum. Her kategorinin kendine ozgu web siteleri var baktigim, ama gene de once hemen bir ebay'de aratiyorum alacagim seyi. Simdiye kadar pek cok esya aldim ebay'den ve bir tanesi haric hic sorun cikmadi. Ilk aldigim urun, bir DVD'diydi ve o zamanin acemeligiyle ebay'de kayitli olmayan birisinden almisim. Gelen DVD ortasindan kirik cikti ve sikayetler icin gidebilecegim bir adres de olmadigindan ve ebay'deki dispute sistemini de bilmedigimden elimde kaldi tabii.

Simdilerde, evdeki bize gore teknolojileri gecmis printer, scanner, GPS gibi elektronik aletleri ebay'e koyuyoruz. Ilk zamanlar gozumuzde buyuyordu. Sistem soyle isliyor kisaca:

Once satacaginiz esyayi ebay'de tanitmak icin minik bir web page yapiyorsunuz. Zaten hazir sablonlari var, urun kategorisine gore kendi database'inden pit diye getiriyor satilacak esyayi. Tanitim sekline gore, ebay sizden listing fee ve insertion fee kesiyor. Eger bol resimli, cazip bir sayfaniz varsa fee'ler artiyor tabii. Ne kadar sure listelemek isterseniz -3, 5, 7 veya 10 gun gibi- esyaniz acik arttirmaya cikinca, saat geriye islemeye basliyor. Listelemeyi baslatma saati kritik bir durum. Malum ulkenin dogusu ile batisi arasinda 3 saat zaman farki var. Konulan esyanin cinsine gore kim, ne zaman (isten mi evden mi) internete erisip, o urunu satin alabiliri dusunmek lazim. Bu is icin prime time: 9-11PM Eastern, 6-8PM Pacific deniyor. Ebay'de satis taktikleri diye google'dan arastirildiginda tonlarca makale cikiyor karsiniza ama yeni yetme bir satici olarak tecrube der ki,


  • Uzun listelemeler pek takip edilmiyor (hele 10 gun cok uzun bence).

  • Genelde insanlar ilgilendikleri urunu izlemeye alip (watch item), eger dusundukleri fiyat araligindaysa son anda teklif veriyorlar.

  • Amerikalilarin cilginca alisveris yapma sezonu basliyor. Noel oncesi ebay alis ve satislari artacagindan bu donem harekete gecmekte fayda var.

  • Tipik Amerikan satis fiyati yonteni ile daima 1 penny az fiyatlandirmak. 10$ degil de 9.99$

  • Postadan da para kazanilacagini unutmadan posta ucretini bir miktar yuksek tutmak.

  • Paypal yaninda money order, kisisel cek kabul etmek.

Sonra o esya satildiktan sonra, satis fiyatina gore bir komisyon aliyor ebay ve sira satilan esyayi aliciya gondermeye geliyor. Isin en zor kismi gibi gorunen bu kismini da kolaylastirmislar. Ebay'in kendine ait para transfer sistemi olan Paypal ile bu komisyonlari odemek, faturayi gondermek, alicidan parayi almak yanisira, gondereceginiz paketin boyutuna gore postayi onceden odemek de mumkun. Yapilacak sey printer'dan bir etiket basip, pakete yapistirip, son olarak da paketi postaneye birakmak. Tabii bir satici olarak musteri memnuniyeti esas alinarak aliciya haketmisse yildizli A vermeniz de isin ayrilmaz bir parcasi.

Soyle bir ebay'e goz atin. Yeni mal, ikinci el urun, araba satisi, "Buy It Now" ile hemen almaktan, acik arttirmayla adrenalinizi bir parca yukseltmeye kadar yok yok. Hadi bakalim ev temizligine, azicik efor ile neler cikar neler...

9 Kasım 2006 Perşembe

Her Siradan Birgun Gibi Bugun: 9 Kasim

Tipik bir kasim ayi iste. Yine ayni saatte uyanilir, ise gelinir, emaillere bakilir, dunden kalan islere devam edilir, konferans call'ara katilinir, cikis vakti yaklasinca saate bakilir, eve gidilir diyecektim ki, bugun; sadece kisiye ozel tek gun diye niteledigim bugun,-9 Kasim- benim dogum gunum.

1 Kasım 2006 Çarşamba

Satilik Hastaliklar

Tam da hafta sonu Lorenzo'nun Yagi filmini izlemisken bu roportaji (1. bolum, 2. bolum) okumak icimi okumak gibi geldi. Asagida diyeceklerim bu roportaj uzerine kurulu, henuz bahsedilen kitabi okumadim. Eger o 2 linke bakarsaniz beni sanirim daha iyi anlarsiniz.

Newsweek'i yillardir takibederim. Kac sayfa tahmin edin? 75 sayfa, kac sayfasinda reklam var: 41 sayfa. Tabii sonucta ana gelir kaynaklari reklam, itirazim yok. Amma reklamlarin icerigine bakinca ilac reklamlari beni hayrete dusuruyor...

Simdi sayfalarinda bir gezinelim. 5. ve 6. sayfada tam sayfa olmak uzere Lipitor, 2 sayfa sonra Prempro, hem de onlu arkali gene, NYU Medical Center'in eklem hastaliklari icin ilani, agiz antiseptigi Listerine, Bipolar bozukluklar icin Abilify, arada araba, saat, banka reklami sonra gene ilac reklami, Vytorin kolesterol bozuklugu icin, ya da tam sayfa Avodart prostatiniz buyumusse, Pfizer'in Viagra'si, ozel ilanlar bolumunde diabet ve depresyon tanitimi ve son sayfada arka kapakla beraber kolesterol ilaci Crestor. Newsweek medikal bir yayin mi, yoksa haftalik gundem dergisi mi? Yoksa Newsweek'in aboneleri hep saglik sorunlari olan kisiler mi, dusunduruyor.

TV'deki reklamlar da ayni. Herhangi bir urun satar gibi, ne bileyim kagit havlu, deterjan, araba, cep telefonu, istahla yenen dondurma konsepti gibi, Lunesta alin uyku sorunlariniz gecsin, Claritin alin allerji semptomlariniz hafiflesin. Tabii Medicine Advirtisement Board'un (MAD ) koydugu kurallar geregi, alttaki minik yazilarda, doktor recetesiyle satilir, yan etkileri de vardir diye yazilmasi ihmal edilmeden.

Bilgiye erisimin sinirsiz oldugu ve bilincli insanlarin kendi hastaliklari hakkinda herseyi ogrenebildigi, kullanacaklari ilaclari, piyasada olan akranlariyla karsilastirabildikleri bir ortamda, bir itirazim reklamlarda o ilacla beraber hastaligin da ayni zamanda pazarlanmaya calisilmasi. Silah, tutun ve uyusturucu disinda hersey serbest mi olmali reklam dunyasinda - zaten serbest de, kendi kendime sorguluyorum beni etkileme mekanizmalarini. Diger bir problem de piyasaya yeni cikmis ilaclari, mucize bir cozum gibi gosteren pazarlama taktikleri.

Evvelki seneki Merck ilac sirketinin romatizma ilaci Vioxx yuzunden basina gelenleri hatirlayin. Isteyene birkac makale bu linkte. Milliyet'ten Meral Tamer yazmisti o zamanlar, yazisi hala duruyor arsivde. Kisaca hatirlatmak gerekirse, Vioxx'in kalp krizi ve felc riskini arttirdigi yondeki arastirmalar neticesinde ilac piyasadan geri cekilmisti.

FDA'in ilac onaylarini hangi asamalardan sonra verdiklerini henuz bilmiyorum ancak kurumdaki komisyonerlerin ilac sirketlerinden maas aldiklari ve politik cekismeler yasadiklari medyaya yansiyanlar. Gecen sene FDA'in kadin komisyonu baskani Susan Wood'un, Plan B isimli dogum kontrolu ilacinin kurumdan bir turlu onay alamamasi sonucu istifa ettigi uzun sure tartisilmisti.

Iste bu kitabi mutlaka okumali, hemen listeme aldim. Turkcesi de varmis, zaten roportajin basinda acilis kitabin tanitimiyla yapiliyor. Hatta bir de Lorenzo'nun yagini seyredin mumkunse. Ogretici, goz acan cok nokta var saglik sektorune iliskin.

31 Ekim 2006 Salı

31 Ekim 2006

Uzun zamandir sonbahar moduna girmeye calisiyorum. Ne soguyan havalara, ne bitmeyen ruzgara, ne Halloween geliyor diye etraftaki dekorlara ve hatta 1 ay once Macy's'e konulan Xmas suslerine, ne de dokulen yapraklara, renk degisimlerine alisabildim. Bir tarafim, buyukce bir tarafim bunu redderden dun aksam isten eve gelirken artik havanin aydinlik olmadigini farketmek oldu sonbaharin coktan gelmis de benim zamanla yeni senkronize oldugum.

Gecen yil da benzer seyleri dusunmustum bu zamanlar. Cunku gelismis Bati toplumlarinda yasamak bazen CD dinlemek gibi. Bir sure sonra CD'deki track'leri ve biri bitmeden hangisinin gelecegini beyin otomatik olarak dikte ediyor kendine. Ister katilin, ister seyredin ama buradaysaniz, biliyorsunuz ki yapraklar sararacak, gunesin muhtesem ton degisimleri dogaya isil isil yansiyacak, balkabaklari kapi onlerinde nobet tutacak ekim boyunca, sonra tum hiziyla insanlar, sistem, yasam Holiday donemine girecek. Once Sukran gunu, sonra Christmas'la yeni yili bulacagiz. Yeni dilekler tutulup, ustune cizik atamadigimiz listemiz yenilenecek ve ucundan bahar sizintilariyla gene baska tatil planlari baslayacak.

Anlasildi ben biraz radyo dinlemeliyim...

30 Ekim 2006 Pazartesi

Truva, Troia, Wilusa, Ilium, Ilion, Ilios

Simdi bir de Canakkale'li olarak Truva'ya kadar gitmisken orayi da yazmamak olmaz. Assos'dan donerken hadi bir de Truva yapiverelim dedik yolumuzun ustunde.

Bazen dusunuyorum, sehrin yarim saat uzakliginda M.O. 3000'dan kalma bir sehir var. Insan herhalde surekli icice yasayinca kaniksiyor ve elindekinin degerini bilmiyor mu ne, ama oyle boyle degil, taa 5000 yil oncesinde kurulmus bir sehrin kalintilarina sahipsiniz. Bu muhtesem, olaganustu degil de nedir peki? Bu 3. gidisimdi Truva'ya. Kapanisa da az vardi ama gene de turumuzu tamamladik. Yanimizda rehber esliginde Almanlar, Ingilizler, Amerikalilar vardi cokca. Tur otobusleri de artik son duraklarini yapiyordu gun batmadan once.

Gelelim buradaki kazi calismalari tarihcesine.

Ilk olarak Heinrich Schlieman adli bir arkeolog ve tuccar Alman tarafindan Homeros'un Ilyada eseri referans alinarak Hisarlik tepesinde Truva'nin aranmasi karariyla baslamis. 1865-1868 yillari arasinda Frank Calvert ilk kazi calismalarina baslayip Hisarlik'in yapay bir tepe oldugunu farketmis.
1.- 9. Kazi Calismalari: Ilk buyuk captaki kazilar 1871-1894 arasinda Heinrich Schlieman tarafindan yapilmis. Sehrin katmanlarda olustugu, kalintilar arasindaki canak comleklerin gruplara ayrilmasi yanisira cok sayida eser yurtdisina kacirilmis. Schlieman'in olumundan sonra bayragi Wilhelm Dorpfeld alir. 1893-94 arasinda tabakalanma uzerinde calismalar yapilir. Zira bugunku kalintilara bakildiginda sehir ustuste kurulmus sekildedir. Bolgeden o donemde elde edilen eserler Istanbul, Atina ve Berlin'e gonderilmis. 2. Dunya Savasi sirasinda Almanlar Berlin'dekilerin yarisini Moskova ve St. Petersburg'a goturmusler ancak yarisi ya kaybolmus, ya da tahrip olup yokolmus.

10. - 16. Kazi Calismalari: 1932 -1938 arasinda 17 kazi calismasi yapilmis bolgede Amerikali Carl Blegen tarafindan. Bu calismalar sirasinda yakin cevrede de kazilar yapilmis.

17. Kazi Calismalarindan gunumuze: 1988 yilinda Manfred Korfman baskanliginda Alman, Turk ve Amerika'nin katildigi bir heyet ile kazilara 50 yil sonra tekrar baslanmis ve her yil yazin devam ediyormus. Elde edilen buluntular da Canakkale Muzesi'nde sergileniyormus.

Truva tarih itibariyle M.O. 3000'da kurulmus.
Troy I - V diye adlandirilan donemde Truva Ege'den Karadeniz'e giden ticari gemileri kontrol eden bogazda onemli bir kavsak sehri.
Troy VI M.O. 1300 yillarinda depremle yokolmus ve o doneme iliskin sadece bir ok ucu bulunmus kazilarda.
Troy VII kendi arasinda 3 doneme ayriliyor. M.O. 1300 - M.O. 950 donemini kapsayan yillarda savas kalintilari, yangin izleri, insan iskeleti kalintilari bulunuyor. Homeros'un Truva'si Iliyada'da sik sik bahis konusu olur. Zaten bu sehri ilk aramaya sevk eden de bu eserdir.
Troy VIII M.O. 700 yillarinda kurulmustur. Dogal afetlerle sehir gene yokoluyor.
Troy IX bu bolgede Roma Imparatoru Augustos tarafindan kurulmus son sehirdir. Augustos zamaninda altin cagini yasiyor ve Konstantinapol'un Dogu Roma Imparatorlugu'nun baskenti oluncaya kadar donemde hayli onemli ticari bir sehir rolu var, ancak Bizanslilar zamaninda yavas yavas sehir sonup, yokoluyor.

Buradaki at sanatci Izzet Senemoglu tarafindan 1975'te yapilimis. Bir de Ckale'de sahilde Troy filminde kullanilan at var, 2 yilligina sehre kiraya verilen, o baska. Yandaki kedi de 5000 yildir uyuyormus, uyandirmaya kiyamadik :)

Bu arada post'un basligindaki Troia, Wilusa, Ilion ... hepsi bugunku Truva'nin gecmis zamanlardaki ismi.

Assos

Gozlerimi kapiyorum ve bir tepenin ustunde, buyukce, denizi goren bir yer hayal ediyorum. Karsida adalar, yar gibi yukselen dagin eteklerindeki sahile yanasmis tekneler, Marmara'nin Ege'ye derin, uzun, mavi ve ruzgarli eteklerini savurarak acildigi ilk nokta burasi. Bir yanin denizle kucaklasacak kadar icice iken, diger yanin asagida minik catilar altidaki ahaliyi tepeden gorecek kadar azman. Simdi ben gozumun onunde boyle bir manzara canlandirirken, orada o zamanlar yasamak nasil olmali diye dusunuyorum. Eee sene M.O. 348'ler filan. Buyuk dusunur Aristo var, ilk felsefe okulu kuruluyor, Kral Hermenias etrafina tum filozof ve sanatcilari cagirmis Assos'a.

Assos'un gordugu gorecegi zaten Kral Hermenias donemindeki ihtisami olmus. Karsida Midilli Adasi ya da zamanindaki ismiyle Lesvos'dan gelen kolonistler kurmuslar burayi M.O. 8. yuzyilda. Kral Hermenias, etrafindaki entellektuel takima cok onem vermis ve sik sik filozoflari, sanatcilari cagirmis. Iste Aristo da o zamanlarda Assos'a geliyor ve 3 yil kaliyor hatta ilk felsefe okulunu da burada aciyor. Sehir sonra Perslerin eline gecmis (MO 342) , ancak bir sure sonra Buyuk Iskender, (Alexandar the Great) olarak bilinen Makedon krali tarafindan M.O.'de 334'te isgal edilmis ve sonraki zamanlarda baska hukumdarliklarin egemeligine girerek etkisini yavas yavas kaybetmis.

Ilk '94'te gitmistim Assos'a. O zaman da yolda giderken bobrek taslarinizi dusurecek kadar sallantili bir 19km'lik Ayvacik-Behramkale arasi yol takibediyordunuz, simdi de. Sahile eklenen uc-bes otel ve lokanta haricinde ben pek bir degisiklik goremedim etrafta. Zaten o kadar daracik bir alana sikismis ki sahil, ne konut yapimi ne de genisleme anlaminda yeterli bir alana sahip degil.

Once sahile inip etrafi kesfettik, yedik, ictik, dinlendik sonra da donuste Behramkale'ye ciktik. Ege'ye bakan o manzara simdi gozumu kapayinca yukarda tasvir ettigim hayali getiriyor gozlerimin onune. Kaleye giriste simdi camiye donusturulmus bir kilise var. Kalenin icinde bir de Athena tapinagi var M.O. 530'da yapilma.

Hayalimden gecen iste oyle bir tepede yasama istegi, denizi, maviyi goren, bulutlara yakin, gunesle dogup, ayla batan bir yerde ...

26 Ekim 2006 Perşembe

Hapsuu Demeden Once Bir Paket Kleenex

Gecen yil da gormustum, es gectim yanindan. Iddiasi "%99.9 oraninda grip ve nezle viruslerini oldurur". Malum sonbahardayiz ve etraf aksiran, oksuren, burnu akan, gozu sulanan insanlarla dolu. Beni odum kopar grip olmaktan. Gelince gitmez, gidince cocuga, esine gecer, gec kaldiktan sonra icilen ihlamur, alinan vitamin ve ilaclarin etkisiyle sersem bir basagrisi ve burun tikanikligi ve "keske grip asisi olsaydim" yakinmalariyla ne zaman gececek bu lanet sey der dururuz.

Iste Kleenex %99.9 grip viruslerini oldurur iddiasiyle beni bu yil hemen fethetti. Iki masa otemde cigerleri parcalanircasina oksuren arkadas gecti hemen gozumun onunden ve hemen 1 paket aliverdim elime. Kutunun altinda yazan iddiasi su: Rhinoviruses Tip 1A ve 2 (nezleye sebep olan virusler), Influenza A ve B tipi virusleri (gribe sebep olan virusler) ve Respiratory Synctial viruslerini (solumum yollari enfeksiyonu virusu) kagit mendil uzerindeki kucuk mavi noktalarin icindeki etken maddesi ile 15 dakika icinde etkisiz hale getiriyormus.
Icindekiler sunlar. Sitrik asit (%7.51), sodyum laurik sulfat (%2.02) ve hareketsiz (inert)maddeler (%90.47). Sitrik asit limonda yok mu? O zaman limonla ellerimizi ovusturmak da belki benzer islevi yerine getirir.

Buradaki zimpara kalitesinde canta kagit mendillerine karsin -ah nerde bizim Selpaklar- masa kagit mendilleri inanilmaz sasirtici. Bir de gecen gun ayak parmaklarini sicak tutan, ayakkabi icine ya da corabin altina yapistirilan seylerden gordum. Eee kisin ayagini sicak, kafani serin....

Herkese saglikli, gripsiz, nezlesiz gunler dilegiyle.

17 Ekim 2006 Salı

TV Guide

TV izler misiniz, ne seyrediyorsunuz? Ben TR'den dondugumde yeni sezonun dizileri baslamisti bile. Baktim bu yil en cok takildiklarim ABC'de -ah hele o Grey's Anatomy (GA) yok mu, McDreamy'i yetmezmis gibi bir de McSteamy'i getirdiler bu sezona. Sezon programina web'den bakarken, baktim kacirdiklarinizi online izlemek uzere serileri web'e koymuslar. Hizli broadband'i olanlar icin tekrar ya da eksik diziler iste buradan izlenebilir. Aferin sana ABC. Lost, Desperate Houseviwes, GA, Six degrees, Brothers & Sisters'in son 4 bolumluk dizileri web'de.

Simdi diger kanallara haksizlik olmasin diye soyle bir bakiyorum:

CBS de benzer sekilde CSI, NYCSI, Numb3rs,Jericho, Survivor'i web'e koymus. Ancak iclerinden hic izlediklerim yok. Bir ara CSI'in eski bolumlerine takilmistim o kadar.

Gelelim NBC'ye. Bu kanali Friends ve Seinfeld'in son bolumleriyle tarihe gommustum ancak o da ne. Bizim Mr. Big Law & Order'da mi oynuyor? (hicbir bilgim yok, belki sadece misafir oyuncudur). Anlasilan salilari 9'da gene NBC acilacak. Ha video streaming diyordum... NBC sadece yeni dizileri web'e koymus, Studio 60 on the Sunset Strip, Heroes, Friday Night Lights ve 30 Rock web'de ancak sadece 1 hafta kaliyormus.

Velhasil teknoloji guzel birsey...

PS: Tam yaziyi post edecekken, dun gelen Newsweek'te de benzer konu islenmis gordum. Ayritisi burada.

10 Ekim 2006 Salı

6 Derece

ABC'de baslayan bir dizi var, adi Six Degrees. Dizinin baslangicindaki bir cumle bana 2 hafta onceki bir tanisma oykusunun dogrulugunu hatirlatti.

They say that anyone on the planet can be connected to any other person through a chain of six people, which means that no one is a stranger... for long

Yani gezegen uzerindeki herkes birbirine 6 kisi araciligiyla baglanabilir ve kimse birbirine yabanci kalmaz. Iste bu blog dunyasi, biraz bu zinciri olusturmak babinda guzel bir islev goruyor - ki aslinda sanal dunyadan tanisikliklara pek sicak bakmazken - Yildiz, Arzu, Mine ve ben benim Ist'daki son gecemde blog dostlari olarak Adanali Dostlar Kebab Salonunda biraraya gelip, sonra da geceyi Crown Cafe'de tamamladik. Minecigim benim zaten kirk yillik dostum ama Arzu ve Yildiz'la da sanki uzun yillardir tanisiyormusum sadece aradaki noktalari birlestirip birbirimizi guncelleyecekmisim gibi hissettim gorusunce. Bir de blog arkadasim Timur var. Onunla simdilik yuzyuze gorusemedik ama MSN ve email sagolsun.

4 Ekim 2006 Çarşamba

Wilusa

Bir aksam kordon turumuzu yapiyoruz annemlerle, sicakkanli bir erkek kibar bir sekilde brosur uzatip etraftaki turlari anlatiyor. Ayvalik'a yat turu, gunubirlik Gelibolu Yarimadasi, Kapadokya, Gap diye gidiyor listedekiler. Cuma-Ctesi Ckale bogazinda eglenceli vapur turu da varmis ama eylulde okullarin acilmasiyla talep azalinca seneye kaldi diyor. Ne zaman su yarimada turunu yapsak derken, teyzemi de alip bir sabah hadi diyoruz.

Canakkale'yi herkes pek bir sever, begenir ancak, alisilmis buyuk sehir isteklerine zor cevap veren bir sehirdir vessellam. Yillardir dogru durust bir turizm sirketi gormemistim. Sahilde tanisip, bir gece oncesinden adimizi yazdirinca Wilusa'dan Abdullah Bey bizi sabah evimizden alip, o kadar guzel bir program ile tum yarimadayi gezdirdi ki, ben iste bir tur bu kadar guzel olur dedim kendisine de...

Saat 9'da Kilitbahir'e gecilir, sirasiyla Seyid Onbasi, Sahindere , Sargi Yeri Sehitlikleri, Canakkale Sehitler Abidesi, Morto Koyu, Yahya Cavus, Ertugrul Tabyasi ve Koyu, Kabatepe Muzesi, Anzak Koyu, Mehmetcige Saygi Aniti, Kanli Sirt, Tuneller 57. Alay Sehitligi, Conkbayiri, Ariburnu, Yeni Zellada Aniti ile aksam 5'te program tamamlanir. Abdullah Bey emekli bir egitimci. Rehberlik isini de o kadar iyi yapiyor ki, 8 kisilik grubumuzdaki herkesten iltifat aldi. Zaman zaman sesinde didaktik bir ton ile Anzaklar ile Turklerin nasil gofret, su, ekmek degis-tokusu yaptiklarini, zaman zaman gozlerimizi yasartacak anilari duygusal bir tonda anlatinca iyi ki Canakkale'liyim diye gururlu bir havaya girdik hemen. Cok alisilmis, siradan, klise kelimeler ama bu vatan oyle boyle kolay kazanilmamis. Kazilan siperleri, gozetleme noktalarini, Conkbayiri'ndan Saroz'a bakan o tepeyi gorseniz hakverirsiniz.

Her yil 18 Mart torenleri sirasinda 500bin Anzaklinin Ckale'ye geldigini biliyor muydunuz? Onlar safak zamani yaparmis torenlerini. Ingilizler, Fransizlar kendi mezarlari icin olan arazileri, bolgeden kiralamislar ve bakimi gercekten muhtesem. Cimin en yesil, ciceklerin en bakimli oldugu bolge uzaktan "tamam burasi onlara ait" hissidiyati cagristiriyor hemen. Kayitlara 57bin Turk askeri oldu diye geciyor ancak 250bin sehit verildigini yaziyor tarih. Bir o kadar da karsi taraftan zayiat varmis. Zaten gezdigimiz her yerde Turk tur otobusunden cok Ingiliz, Yeni Zellandali ve Avusturyalilar vardi.

Bu arada seyahat sirketinin adi dikkatimi cekmisti ilk duydugumda. Eskiden Hititler doneminde Truva'ya Wilusa denirmis, oradan esinlenip koymuslar.

Buralari gezip dolasirken etrafin ne kadar cok kirli, cop artiklariyla dolu oldugu dikkatimi cekti hemen. Ckale de sehir olarak temiz sayilmaz hic, hatta Assos'da Behramkale'ye cikarken kale dibinde satis yapan kadinlara "neden hemen su dibinizdeki copleri temizlemiyorsunuz" diye sitemde bulundum ama cevabi "abla ruzgar asagidaki copleri gene geri getiriyor" oldu. Demek asagidan yukariya, bir sorun var :)

Aksam olup da sevgili Koray arkadasimin evine davet edilince geceyi tatli yiyip, tatli bitirdik. Yillarin dostu, biraktigin yerde dun kalmis gibi, araya hic zaman girmemis gibi hemen yakalayabildigin bir dost. Zaten Ckale benim icin her zaman ilik esen meltem gibi; sessiz, sakin, ilik, yumusak...

1 Ekim 2006 Pazar

1 Ekim 2006

Boyle degildi biraktigimda buralar. Giderken bir firtina yagmurdu bizi ugurlayan NY, karsilamasi da bundan az degil surati daha asik, soguk, buzz gibi. Etraf yaprak dolu, henuz renk degisimleri baslamis, 1 ay sonra degisen her tonu gormek mumkun olacak sanirim. N'oldu nasil oldu da sanki atlamisim gibi hissediyorum birseyleri. Eee koca bir eylul gecti TR'de, boyle olacak tabii diyorum kendime. Yarin asil hayat baslayacak, simdilik kulaklarimizda tatilin sesleri, denizin izleri var. Henuz sarmalamadi NY bizi tam olarak. Evdeki acibadem kurabiyeleri, Ezine peyniri bitinceye kadar suremiz var, acelemiz yok.

2 Eylül 2006 Cumartesi

"Eylulde Gel"

Bu yaz boyle oldu. Alpay'in sarkisina uyup Eylul'de geliyoruz. Yok yok sarkidaki gibi huzun yok, hazan mevsiminin yazdan sonra durulmus huzurlarini yasamaya geliyoruz. Gunes artik profiterol tadinda olmasa da, gene de sansimizi deneyecegiz mavi sularda pembe hayaller kurmak icin.
...
Eylülde gel
Eylülde okul yoluna
Konusmadan yürüyelim gireyim koluna
Görenler dönmüs hem de mutlu diyecekler
Aðaçlar sevinçten basima konfeti gibi
Yaprak dökecekler

1 Eylül 2006 Cuma

Hayalimdeki Resimler

1 hafta oncesinde garajimiz hallak pamugu gibi daginik, toparlanmasi lazimdi. Eski, hicbir seyini atamayan ben'i ikna ettikten sonra, bunlari tek tek elden gecirmeye karar veriyoruz. Aradan bir kayit cihazi cikiyor, icinde de benim 10 yil once buradaki isyerimle yaptigim is gorusmesi. Hos orasi olmamis, Orlando'yla konusmusum ben ve bu konusma oldugu gibi aklimdan cikmis, hic ama hic yer etmemis hafizamda. Sonra baska baska sirketler, interview'ler, Atlanta'ya minik bir ziyaret, derken 97 yilbasisina Oraya gidecegimin haberiyle girmistik. Ne cok kizmisti Sibel bana gidiyorum diye. Hatta surat yapip kusmustu bile. Sonra Bostanci'da adini unuttugum kebapcida kolunu omzuma atip, basini basima dayayip poz vermistik. Bursa, Ankara gezileri yapmistim uzak dostlarla vedalasmak icin. Nisanda bayram tatiline denk gelen o 10 gunde bir de Letonia'da tatil yapmis, nisan sogugunda havuza girmistik. Canakkale bir hafta sonuna sikismisti ve her gidilen yerde suratlari hedef alarak tonlarca fotograf cekinmistik. Cunku, uzaktayken en cok arkadaslarimin, dostlarimin, sevdiklerimin yuzlerini unutmaktan korkuyordum.

Yeni evimde ilkin herkesin fotografini astim karsima. Artik eski olan isyerindekilerin, ailemin, bugulu gozlerle bakan Sibel'le O fotografin, Munevver'in hep gulen gozlerinin, Burak'in da katildigi Fethiye tatilindeki kahkaha dolu karelerin, daha dun gibi aklimda olan Canakkale'de gece yarisi Koray, Tunc ve Tayfun'la cekilmis, ha desem, donsem kaldigim yerden baslayabilecegim o kadar yakin ama uzak bir yasamin fotograflariydi karsimdaki duvardakiler. Hayalimdeki suratlarin eskimemesi icin bir onlem gibiydi o resimler.

Simdi aradan 9.5 yil gecmisken ve biz bir eylul ayinda gene TR'ye gidiyorken, bana uzun ayrilik sonrasi kavusmalarin nasil oldugunu cagristirdi o kaset. O kaset bir baska hayatin baslangiciydi nitekim. Nasil da heyecan verici, macera hisleriyle dolu, iyi ki gidilen, yasanilan bir hayatin baslangic kayitlari var burada dedim Burak'a -her ne kadar ben o sirkete calismamis olsam da ilk-.

Ve simdi agustos sonunda, biraz yazi kacirmis olmanin huznu, kime ne kadar zaman ayrilacak stresi, ama ben seni bir daha gormek istiyorum, burada gene yemek yiyelim, anne yarin da cupra yapalim mi, oglum bak Sude'yi hatirladin mi, bunlari yazarken aklimdan cikmayan Murathan Mungan'in "gittiginde yaz basiydi, sersemletici bir ruzgar gibi gecmisti..." dizelerini tam da kuramayip, bak iste hayalinde soluklasan resimler gibi, en sevdigin siirin de dizelerini unutuyorsun, hersey baska birseye donusuyor yasarken diye kendimi dusuncelerden alamayip, biliyorum oradayken o duzensizlikten, arsizliktan kacma istegiyle beraber, varolan herseyin tadini sonuna kadar yasama istegiyle geri sayima basladim.

Bakalim bir de gercekte iki gozun gordugu yuzler ne kadar hayalimdekiyle ortusuyor?

30 Ağustos 2006 Çarşamba

Mutfaga Girenler

-Simdi biz organik tarim mi yaptik?
-Eh oyle sayilir. Topragi dogal, baskaca da sunni bir sey vermedik.
-Suyunu fazla vermisiz herhalde, domatesler biraz fazla sulu.
-Ilk tarim deneyimimiz bu saksida, soyle buyuk bir bahcemiz olsa daha neler yapariz.
-Ama bunlar cok gec urun veriyor. Bahceden meyva-sebze yiyecegiz diye beklersek Agustos ortasini bulacak.
-Eee o zaman hormonlu ilaclari dayarsan kis ortasinda da hasat yaparsin.

Ilk domateslerimizi toplarken boyle minik bir konusma geciyor aramizda. NY'da son zamanlarda artarak giden bir organik yiyecek trendi var. Mrs. Green's, Trader Joe's, Whole Food aklima ilk gelen organik bazli yiyecek satan zincir dukkanlar. Bir de her yerde olan Stop&Shop, A&P, Pathmark'in bazi raflari dogal urunler satan bolumlere ayrilmis. Eskiye oranla bu raflarin arttigini goruyorum.

Artan kanser vakalarinda, sebebi bilinmeyen hastaliklarda baslica suclu gruba giren yiyecekler, oyle bir hormonla yetistirilip, icine tonlarca koruyucu madde katiliyor ki, her urun, her mevsim, her daim elinizin altinda. Bir ara takilmistik, icinde Exxx olan hicbir seyi yemiyorduk. Sosis, salam gibi et urunleri basta olmak uzere kendimizce sagliklisina yonelmeye calistik. Trader Joe's'un organik sosislerini aldim bircok kereler hindi, tavuk, sigir gibi bilimum cesitleri denedik. Ama tadi o kadar yavan ve tatsiz ki alisilandan, yiyemedik. Napiyoruz, az tuketiyoruz et urunlerini, hele tavuk uzun zamandir hic sarmiyor bizi. Peki ya sute ne demeli, icinde yok yok.

Bu arada organik yazan her urun de yuzde yuz katiksiz uretilmiyor. US Tarim Departmaninin 4 kriterini saglamasi gerekiyormus organik damgasi vurulabilmesi icin sutlerin:
1. ineklerin sut uretimini arttiran BGH (Bovine Growth Hormone) hormonundan almamasi
2. hastalik durumlarinda hicbir sekilde antibiyotik almamasi
3. ineklerin beslendikleri ot ve hayvan yemlerinin kesinlikle ilacsiz olmasi
4. bu hayvanlarin dogaya cikip, dogal sekilde otlanmasi gerekliligi varmis.

Benzer uygulamalar tarim urunleri icin de gecerli. Tabii bu kadar dogal bazli urun yetistirmek soz konusu olunca fiyatlar da ikiye katlaniyor. Gerci Amazon'da online satilan organik sut'un fiyati organik olmayanlarla ayni amma, sebze ve meyvada durum biraz daha farkli. Ustelik ha dediginiz zaman, organik olmayan urunler kadar elinizin altinda yakin da degil.

Hep bugunu eskiyle kiyaslama durumumuz var ya, cocuklugumda kisin patlican, biber olmadigini, yerli domatesin cikmasi icin temmuza kadar beklenmesi gerektigini, eylul ayinda ucuzlayan domateslerin kasa kasa alinip salca yapildigini, sulu, mis kokulu seftaliler ne zaman olacak da yiyecegiz diye pazarcilarin gozune baktigimizi hatirliyorum. N'oldu oysa simdi, hersey her an erisilebilir, hicbir seye ozlem yok.
Cevabi belli olsa da iyi mi kotu mu siz karar verin!!

29 Ağustos 2006 Salı

Puzzibilities

Buralarda her yer "Back to School" ilanlariyla dolu. Dergiler ozellikle universite ogrencilerini hedef alacak bicimde boy boy bilgisayar satis ilanlariyla, marketlerin en az 2 uzun koridoru kirtasiye araclariyla dolu. Oldum olasi kalemlerin, defterlerin, kalem kutularinin, boyalarin icinde kaybolmayi sevdigimden, gozucuyla bakiyorum ne var ne yok diye. Ellerinde listeyle anne babasini cekistiren minikler goruyorum etrafta. Bizde mi boyleydik; masum oldugumuz o yillarda, okul acilmadan bir hafta once alinacaklar listesiyle kirtasiyeye kosturur, kuyruk olur, listeyi verir, 2 orta boy kareli metod, 3 cizgili defter, pastel, sulu boya, kirmizi ya da mavi duz kap, icine etiket, ustune plastik jelatin alinir, buyuk bir hevesle okulun ilk gunlerinde kaplanirdi.
Gecen hafta Artun'la birkac birsey bakmak icin Lakeshore Store'a gittik. Ben o kadar gundem disi kalmisim ki hesapta cocuk buyutuyorum. Karincalari gozlemek icin bir plastik karinca evi, bocekler icin ayri birsey (bocegine gore degisiyor), vucudumuzu taniyalim iskeletleri (organlari ayri ayri cikiyor), tonlarca puzzle, olabildigince degisik haritalar (arkeoloji, uzay, bilim, jeografi), bilim deney setleri, miktanisla deneyimler, Tanrim yok, yok. Tam bu devirde cocuk olmak lazim dedim icimden, ama belki de degil, cunku o kadar cok sey var ki, belki de bizim yeterlilik duygumuz daha az seyle, daha cok sey yapabilme yeteneginden kaynaklaniyordu.

Herseyin hizla eskitildigi bu zamanlarda simdikilerin alinacaklar listesinde sanirim, yeni model cep telefonu, laptop, odasina flat screen TV, gameboy oyunlari filan vardir. Olcuyu kacirmadan diye dusunuyorum ne cok possibility'ler var yasam boyu karsilasilacak puzzle'lar icin:Puzzibilities sinirsiz.

28 Ağustos 2006 Pazartesi

Bugun Evden Cikasim Yok

Hani Ferhan Sensoy'un oyununda vardi.
Bugun evden cikasim yok
Telefonu acasim yok
Rakimiz var icesim yok
Ca cupbap cupbap cupbap

Tam limonata tadinda gidiyor derken havalar, hafta sonu durmaksizin yagan yagmurla limoni bir tada burunduk, tatsiz keyifsiz. Oysa garage sale yapacaktik, tenis oynayacaktik, yan komsularimizi alip Turk restauranina gidecektik. TR yolculugu oncesi son hafta sonunda alisveris yapilacakti, hediye diye alinip yenen cukulatalarin yerine yenisi konulacakti. Ama cukulata da yok, hediye de yok, keyfimiz de yok.

Ben kaydettigim CSI'lari bitirebilir miyim, yeni bir tiramisu tarifi denesem nasil olur derken cumartesi bitti, pazar aksam uzeri de tiramisu bitti. Derken komsumuz kapiyi caldi, gelin birseyler icelim diye... Nazli nazli bilmem ki, cocuk da boyle mizmiz ama ona da belki bir degisiklik olur diye hadi yarim saatligine geliriz dedik. Komsumuz Ingiliz. Ingilizler ne sever, icmeyi. Biz ne severiz komsumuzun ikramlarini geri cevirmemeyi. Adam ha bire dolduruyor, Burak beni uyutur bu kadar sarap, 2. siseden almiyayim diyor, ben bardagimi uzatip basagrisi da yapiyor ama size eslik edeyim diyorum tek kirmizi icen olarak. Cocuk almis basini eve gelirken, hay Allah bardagi mi da bitirememistim, ziyan oldu onca guzelim sey diye hayiflanirken, kendimi hala ayni nakarati soylerken buluyorum, ca cupbap cupbap cupbap...

Bu arada hafta sonunun tek verimli tarafi iPod'a indirdigim video'lar. Acil durumlar icin bir set cocuk videosu, Dora the Explorar, Higglytown Heores filan, sonra National Geography'nin video'lari, NPR'in podcastlari, bir adet Italya Roma gezisi (Passport to Europe'dan) ve baska kisa seyahat video'lari. Goruntu harika, ekran minik gibi ama yetip de artiyor bile. TR'ye gelmeye tek hazir olan simdilik iPod.

23 Ağustos 2006 Çarşamba

Cocuk Nasil Istediginiz Yuvaya Gonderilemez

NY'a ilk geldigimiz donemlerde bir arkadasimiz gelmisti ziyarete. Ondan bundan konustuk ve konu cocuk bakimina gelmisti. O zamanlar cocugumuz yoktu ve henuz fikrimize de dusmemisti. Kendisi liseden sonra Amerika'ya gelen hayli tecrubeli bir dosttu ve bize Manhattan'i referans gostererek "insanlar daha cocuk dusunme asamasindayken gidip yuvalara yaziliyorlar" demisti. O zamanin cahilligiyle gulduk icimizden, pek inanasimiz gelmedi. Nasil yani, daha hamile bile degilken nereye gidip yazilacaktik ki....

Zaman gecip bir bebege sahip olacagimizi ogrenince, cocuk bakimi opsiyonlarini gozden gecirdik. Calisan bir anne olmaya devam edecektim. Secenekler de belli aslinda. Ya bir bakici tutulacak, ya yuvaya verilecek, ya evde yuva tarzi calisan bir ailenin yaninda bakilacakti. Istanbul ya da Canakkale'de degiliz ki anane ya da babaanneden yardim alalim. Neyse artisi eksisiyle yuva olsun dedik. Once bu konularda danismanlik veren bir kuruma gidip bilgi aldik. Legal olarak is yapan, eyaletten onayli, lisasli, aupair, bakici, yuva ve ev bazli yuvalarin listelerini verdiler database'lerinden. Eve ve ise yakin olan yuvalardan ziyarete basladim.

Buradaki yuvalar bebek 3 ay oldugundan itibaren alabiliyorlar. Infant (3 ay-1.5 yas arasini kapsiyor) odasinda 4 bebege bir bakici, toddler sinifinda (1.5 yas - 2 yas 9 ay arasi) bu oran 5 cocuga 1 bakici olarak belirlenmis yasalarla. 3-5 yas arasini kapsayan pre-K (kindergarten oncesi) donemde oran 1:6 olarak belirlenmis. Genelde sinifta bir bas ogretmen bir de yardimcisi oluyor. Baslarinda da egitim direktoru gibi rehberlik, egitim/ogretim programini belirleyen ogretmenlerin basi diger kisi.

Dusundugum yuvalari gezip, yaklasik 2 saat suren bir tur aldim. Ilgili kisiler ve referanslariyla konustum ve on kayit yaptirarak bekleme listesine girdim 3 yuvada. Bekleme listesi 3 ay ila 1.5 yil olabiliyor dediler. Eh olsun dedik, nasilsa 1 yasina kadar evde bakilacak. Bu arada fetus henuz 4 aylik filan. Buralarda iyi egitim verdigi bilinen Montessori okulu da listemde. Google'un kuruculari Larry Page ile Sergey Briy'in buranin baska subesinde buyuduklerini araya sikistirayim. Daha cok bireysel gelisime yonelik materyalleriyle ve yontemleriyle unlu bu yuva.

Nasil bekleme listesidir anlamadim. Genelde okula baslama ayi eylul ve haziranda guncelliyorlar. Arada, buyuyup yasi geregi diger sinifa gecenler, yuvadan ayrilanlar ve genel duzenlemeler dolayisiyla bir ara bize sira gelmesi lazim di mi? Yana yakila yuvalari ariyorum. Montesori yer acilmadi diyor, YWCA belki eylule diyor biz nisan ayindayiz, Bright Horizons yerimiz yok ama sizi baska subemize ekleyelim burada yer acilinca cocugu buraya aliriz diyorlar. Velhasili kelam evdeki hesap carsiya uymuyor. Bu kadar mi uzun beklenir aklim almiyor. Arada bir yuvadan ses cikiyor; Ann and Andy's ama aldigimiz tur icimizi karartiyor. Vazgeciyoruz. Umutsuzluk ve stres diz boyu. Derken bir arkadas vasitasiyla yeni acilmis bir yuvayi duyuyoruz. 2004'te 2 yillikti, simdi 4 yili bitti 5.ye basliyor eylulde. Telefonda konusuyorum Roy'la yer var mi diye, var diyor. Hemen var mi, var diyor. Tur icin gelebilir miyiz bugun diyorum, gel diyor. Babami ve Burak'i kapip aksam ustu geziyoruz yuvayi. Herseyiyle icimize siniyor ve oglanin 2 ay sonra baslamak uzere kaydini yaptiriyoruz.

Simdi neden yazdim bunlari. Aradan 3.5 yil gectikten sonra Montessori okulundan "cocugunuz 3-6 yas arasina okula baslayabilir eylulde" diye bir telefon geldi de gecen hafta. Bu arada mektupla surekli soruyorlardi sizi listede tutmaya devam edelim mi. Trajikomik ama gercek. Belki bu bolgede olmanin bir sonucu, belki o donem cocuklarinin kalabalikligi, belki aradan insan almalari (belki degil kesin).

Manhattan'dan sehir disina yasamaya cikan bir aile, bizim siteden ev almaya karar vermisti. 2 yil kadar once telefonda konustuk, ev nasil, site nasil, yuva secenekleri nasil vs. 1.5 yasinda da cocuklari vardi bizimkinden az buyuk. Kendi tecrubelerimi anlattim sonra , Manhattan'da nasil dedim, hala bekleme listesindeyiz, en az 1 yil daha surecek dedi.

Iste Amerika'da cocuk bakimi icin tecrubeyle yasanmis bir yuva secenegi anekdotu.

21 Ağustos 2006 Pazartesi

Kubik Yasamlar

Tasindim... Zaten tasinmayi cok severim. Ev, ofis, oda degisikliklerine bayilirim. Bu siralar evde de eskiler kalkiyor, atilacak, satilacak, bagis yapilacaklar ayriliyor ve derken ben iki arada aylarca gozumu diktigim Jim'in eski kubune yerlesiverdim gecen hafta. Yazarken tasiniverdim demesi kolay tabii ama beni istifanin esigine getiren burokrasiden ve patronumun bu konuda benden duydugu onlarca email, telefon konusmasi ve hatta nerdeyse direktore kadar gidebilecegim azmimi gordukten sonra yeni kubume yerlestim.

Insanin gunun 8-9 saatini gecirdigi calisma ortaminda yerlestigi oda, ofis, masa, kup ne derseniz deyin bence fazlasiyla onemli. Bu kup yaratma fikri kimin aklina gelmisse iyi olmus da, ne olurdu bunlari doserken calisanlara biraz daha esin kaynagi olacak bir tarz tuttutulsa... Yerdeki capraz cizgili haliya alisana kadar deniz tutuyor gibiydi beni, kubun duvarlari da oldukca yuksek sanki iceriye hapsolmusuz gibi. Bir de camdaki jaluzileri kapayip tum florasanlari acinca hic fotosentez yapamaz olduk.

Ama simdi keyfim cok yerinde. Yeni ofisim en az 6m2'lik bir alan, cam kenarinda. Sessiz mi sessiz tam istedigim gibi. Once pencerelerdeki jaluzileri siyirdim soyle gun isigiyle flort edebilmek icin. Ustumdeki florasani da kapattim. AC sonuna kadar calisiyor ama zarari yok, onun caresi artik kolay. Ilk oglumun resmini koydum karsima Amerikan usulu. Sonra da genis genis yayildim yarimada seklindeki masama.
Ve dusunmeden edemiyorum buranin omru ne kadar diye...

8 Ağustos 2006 Salı

Sayilarla Dunya

Ekonomist gecen hafta "World in Figures" kitapcigini verdi. Icindekilere bakarken ilginc bazi istatistikler goruyorum. En cok hangi ulkenin televizyon seyrettiginden tutun da, en cok hukumlunun nerede oldugu, ofis kiralarinin en pahali oldugu, yasam kalitesinin olculdugu istatistiklere kadar yok yok. Sonra da bazi ana kalemler ulkeler bazinda siralanmis. Ilginc bazi sayilari yazmak istedim.

Yasam kalitesinin en yuksek oldugu ulkeler sirasiyla Norvec, Isvec, Avusturalya, Kanada, Belcika, Hollanda, Izlanda, Amerika, Japonya, Irlanda, Isvicre, Ingiltere diye gidiyor. Listede 60 ulke var ve TR ilk 60'da yok. Yakin zamana kadar kisi basina dusen gayri safi milli hasila olarak olculen kisisel zenginlik/indeks, 1990'da Birlesmis Milletler'in, sadece devletlerin ekonomik zenginligi baz almasini yanlis bularak, kisisel gelisim indeksini (human development index=hdi) yayinlamasiyla daha dogru bir tesbit yapilmis. Buna gore ulkeler 0-100 arasinda bir skalaya tabi tutuluyor. 80'dan yukari olanlar yuksek kisisel indeksi olan ulkeler, 50-79 arasi orta, 50'dan asagisi dusuk.

Bu arada HDI; kisi basina gayri safi milli hasila, yasam beklentisi, ulkenin politik stabilizasyonu, aile yasantisi, sosyal yasam, is guvencesi, cografya-iklim, kadin-erkek esitligi ve politik ozgurluk baz alinarak hesaplanirmis duyrulur.

Yasam kalitesinin en yuksek oldugu sehirler; Cenevre, Zurich, Vancouver, Viyana, Duseldorf, Frankfurt, Munich, Auckland (Yeni Zelenda'daymis), Bern, Kopenhag, Sidney. Anlasildigi uzere Alman kokenli sehirler basi cekiyor buyuk arayla.

Yasam kalitesinin en dusuk oldugu sehirler Bagdat (hic surpriz degil tabii), Bangaui (Orta Afrika Cumhuriyetin'deymis), Brazzaville (Kongo'da), Kartum (SudaN) diye gidiyor. Ilk 11'de hep Afrika ulkeleri var.

TV seyretme rekoru haftada 22.4 saat ile Tayland'da. Sonrasinda Filipinler, Misir, TR (20.2 saat), Endenozya, US, Tayvan geliyor.

Okuma aliskanliginda Hindistan haftada 10.7 saat, Tayland 9.4 saat, Cin 8, Filipinler 7.6 saat harciyor. Uzakdogunun egitim disiplinini gostermesi acisindan iyi bir gozlem.

En cok internet basinda olan ulkeler; Tayvan 12.6 saat, Tayland, Ispanya, Macaristan, Cin, Honkong, Polonya, TR (10.6).

Sigara tuketiminde kisi basina gunluk 8.6 adet sigarayla Yunanistan onde. Bulgaristan, Makedonya, Bosna, Japonya, Ispanya, Kuzey Kore diye gidiyor. Ister inanin ister inanmayin TR listelenen ilk 19 arasinda yok, sasirdim.

Obezitenin en yuksek oldugu ulkelerin basinda Amerika gelmiyor :) Kadin ve erkeklerde ayri ayri olcum yapilmis. Erkeklerde; Lubnan, Katar, Panama, Amerika, Yunanistan (sasirtici geldi bana), Kuveyt, Kibris. Kadinlarda ise; Katar, Suudi Arabistan, Birlesik Arap Emirlikleri, Lubnan, Yunanistan, Panama, Albania, Malta, Bahreyn, Amerika diye gidiyor.

En cok trafik kazalarinin oldugu ulkeler Malawi, Ruanda, Guney Kore, Kosta Rika, Kenya, Hindistan, Honduras, Misir, Sri Lanka, Portekiz, TR, Honkong. Ayni istatistik olumcul olan kazalar diye bir baska kategori de daha degerlendirilmis. Malawi ile basliyor ve liste yukardakine benzer gidiyor... TR 26. sirada.

Tatile en fazla para harcayan ulkeler Almanya ile basliyor. Amerika, Ingiltere, Japonya, Franse, Italya ile devam ediyor. Ve bu para basta Fransa'da, Ispanya'da, Amerika'da, Italya'da harcaniyormus. TR listede 15. sirada, Yunanistan ve Polonya'dan sonra.

Satinalma gucu en yuksek ulkeler Luksemburg, Norvec, Amerika, Bermuda, Isvicre, Danimarka, Kayman Adalari, Irlanda, Izlanda ve Kanada ilk 10'da. TR ilk 70'da yoktu.

Genel olarak baktigimda, Kuzey Amerika ve Bati Avrupa ulkeleri refahin, zenginligin, istihdam kaynaklarinin, teknolojinin, icatlarin basini tutarken, Afrika unutulmus dunyayi temsil ediyor. En cok olum orani, en az yasam beklentisi gibi uclarda en az ve en cok olan ne varsa Afrika ulkelerinde. Sadece Angelina Jolie'nin gayreti yetmez ki orayi kurtarmaya...

7 Ağustos 2006 Pazartesi

Walmart

Sene 97, gunlerden 1 haziran pazar. Georgia eyaletinin kucuk bir kasabasina gelmisim 2 bavulum ile. Beni karsilayan adam, sana yiyecek alisverisi yapalim diyor gun icinde hallettigimiz tum ivir zivir islerden sonra. Telefon hattini baglayacak makina, buzdolabina biraz yiyecek, icecek, utu, sac kurutma makinasi gibi minik ev aletleri bakiyorum. Walmart'la ilk tanisikligim iste boyle sicak, nemli, bogucu bir gunde olmustu. Devasa kocaman bir alisveris magazasi. Sonraki gunlerde kucuk alisveris icin nerdeyse tek mekandi, zira aranilan herseyin bulundugu, fiyatlarin uygunlugu, eve yakinligi, malin geri iadesinin sorgusuz sualsiz yapildigi "Always Low Prices. Always" sloganiyla butunlesen dev parekende satis magazasi. Buyuk alisveris icin Atlanta'da Buckhead'e, Lenox Mall'a giderdik. Es'cigim okuyorsan hatirlarsin "shop till drop" diye dilimiz 5 karis disarda nasil helak oldugumuzu :)

Simdi NY'da isyerimin oldugu sehre de geldi. Oncesinde Sears vardi, uzun sure bos kaldi onun yeri ve yaklasik 1.5 yil suren restorasyon calismasindan sonra, 6 ay oncesinden WALMART tabelasini asip etrafin ilgisini cekip, son 1 ay boyunca acilmamis magazaya akin eden tonlarca ziyaretci ile -ne trafik kaldi, ne yolda yuruyecek kaldirim ne de park edecek bos alan bu arada- 19 temmuzda GRAND OPENING yapildi. Bugun saydim, benim is yerimden cikip Walmart'a girmem 110 adim. Ortak park alanini kullaniyoruz, mekan olarak sehrin tam gobeginde. Zaten bu yuzden once sehir belediyesinden itiraz geldi, board'da onaylanmasi zaman aldi kucuk isletmeleri etkiler vs. denilerekten. Bu bolgede yasayan herkes icin sasirtici olan, Walmart gibi dunyanin en buyuk retail business'i olan bir yerin sehrin icine gelmesi. Karsisinda Target, 500 metre capindaki bolgede 2 buyuk alisveris mall'u ve saginda solunda Trump'in apartmanlari ile hem tuketici hem uretici icin tam bir cennet tabii Walmart'in buraya gelmesi. Fortune 2006 listesinde Exxon Mobile'den sonra 2. sirada . 315milyar$'lik satis hacmi ile TR'nin GDP'sine yakin bir miktar oldugunu soylersem buyuklugunu, anlatabilir miyim bilmem?

Tabii bu fiyatlari ve satisi nasil yakaliyor iste onun icin su filmi seyretmelisiniz: Dusuk fiyatlarin yuksek maliyeti. Bir defa ucuz is gucu calistiriyor. Calisanlarina sigorta yapmakta, saglik primlerini odemekte inanilmaz sartlar suruyor. Ornegin calisanlar 6 ay sonra saglik sigortasina, o da sonraki 6 ay boyunca yarisini kendileri odemek sartiyla kavusuyorlar. Birara burada illegal eleman calistirmakla da suclanmislardi . Cin'de calisanlarin gunluk kazanci sadece 3$.

Bu arada ilginc olan Amerika'daki Walmart'lar karina kar katarken, Almanya'daki Walmart'lar kapaniyormus, daha dogrusu el degistirip Metro grubuna satiliyormus. Kucuk isletmecileri kaale almayan Walmart, bunlar karsisinda pazar payini kaptirip, yanlis yonetim teknikleri yuzunden Almanya'ya bye bye diyor.

Simdilik buraya ragbet cok. Ucuz fiyatlari ve urun cesitliligi ile bir kisim tuketicinin gonlunu celerken, agresif teknikleri yuzunden nefret de topluyor ayni zamanda. Ben ise sehir icinde buyuk perakendecilere olan karsitligimdan dolayi mutsuzum.

2 Ağustos 2006 Çarşamba

Soyle Kuzeydogu Amerika Kiyilarina Uzanalim Dedik

Ta mayistan beri aklimizdaydi da, benim projelerim, Burak'in is gezileri derken temmuz sonunu buldu tatile cikmamiz. GPS'imizi yeniledik, seyahat kitaplarimizi aldik, gidenlerle konustuk ve rotayi belirledik. Biraz Avrupa havasi, biraz koloni donemi kokusu, biraz sahilde kumlarda yatarak ve okyanusta ayaklarimizi serinleterekten gecen hafta sonu geri donduk. New England diye adlandirilan ve aslinda Maine, Connecticut, Rhode Island, New Hampshire, Massachusetts, Vermont eyaletlerini kapsayan bolgede, bazi eyalatlere degemeden bazisini 3.-5. kez ziyaret ederekten bir gezinti yaptik. Nerelere mi gittik? Soyle kisa bir ozet gececegim.


MYSTIC, CT:

Burasi cok sirin bir kasaba. Kocaman bir akvaryumu ve seaport denilen denizcilik acik muzesi var. Akvaryumu gezerken Istanbul bogazinin olusumunu simule eden bir video izledik. Yaninda da fotograflari vardi. Diyor ki; 7500 yil once Karadeniz tatli su golu iken, dunyada yukselen sularin etkisiyle Marmara'dan Karadeniz'e olan akinti sonucu Istanbul Bogazi olusmus.

Akvaryum icinde yer alan kapali bir alanda sahneye cikan ayibaliklarinin gosterisini izledik, akvaryumu ve yuzlerce deniz canlisini seyrettik, balinalarin, penguenlerin, kaplumbagalarin, yilanlarin, tanidik tanimadik baska canliyi hayran hayran seyredip vedalastik bir sonraki sefere kadar. Mystic icin 2 gunluk bir zaman ayirmistik. Istenirse hafta sonu bile gelinecek mesafede evden. Kasabanin girisinde el isi ve sanat urunlerinin satildigi bir pazar var. Cok da keyifli. Ha marinada denizcilik uzerine bir de muze var, bunu da listeye ekleyip ayrildik.

NAUTILUS, CT

Burasi zaten Mystic'in hemen 10 mil kuzeyinde bir askeri deniz ussu, halen de aktif. Nautilus, 2. dunya savasinda kullanilan denizaltinin adi ve denizcilik muzesinin oldugu bir yer. Denizaltiyi gezerken klostrofobik bir durum yasiyor insan. O kucuk daracik yerde uyumalar, yemek yemeler, ihtiyac gidermeler inanilir gibi degil. Eee konu mission olunca herseye katlaniyor insanoglu!!

Newport'a dogru yol alirken kiyi seridindeki birkac kasabanin icinden gecelim diyoruz. Stonington ve Noank'ta biraz gezindik, sahilde yuruyus yaptik. Venedik'e benzer kanallarin oldugu, evlerin Akdeniz usulu biraz gelisiguzel bicimlendirildigi Noank'a bayildim ve gelecek yil Noank'ta yazlik ev bakinmak uzere ayrildik.

NEWPORT, RI

Iste burasi var ya, bayiliyorum bu sehre. Gelir gelmez hemen limanda bir tur icin yazilip hizlica, hep gittigimiz Parrot restorana atiyoruz kendimizi. Newport'a sanirim 3. veya 4. gelisim. Artik New England'a geldik sayilir. Mystic'te kendimizi yavas yavas Avrupai havaya girmis hissediyoruz ama Newport tam yeri. Minik sokaklar, kafeler, clam chowder corbasi ve deniz urunleri restoranlariyla artik havaya girdik. Liman gezintisi yaparken o gordugumuz manzaraya, evlere, malikanelere, yatlara asik oluyoruz. Burasi America Sailing Cup'a yillarca ev sahipligi yapmis, bir adim teknenin 100bin$ oldugu bir marina. Rehber anlatiyor; su Ted Turner'in yelkenlisiydi, simdi Jacqueline Kennedy'nin 15 yasinda tasindigi evin onunden geciyoruz, burasi John F. Kennedy'nin Jacqueline'le evlendigi kilise, burasi yazin geldikleri ev, burasi dinamitle patlatilip taslarin tekrar kullanildigi Morgan Stanley'lerin malikanesi, su bolge 2. dunya savasinda torpido uretmis Columbia bolgesi diye, hah simdi Mrs. Mary'nin sik sik garden partileri duzenledigi mansiyonun onunden geciyoruz... Dunyada cok az sayida olan J botlardan 2'si oradaymis bu zamanlarda. Kendimce nautica tisortlerinde J Boat konseptli tasarimlarin gizemini cozuyorum.

Newport tam bir Amerikan aristokrasi yuvasi. Faaliyetleri, ev sahipligi yaptigi etkinlikleriyle eskisi kadar canli olmasa da devam ediyor. Gecen geldigimizde Ocean Drive'daki mansiyonlardan birini gezmistik, bu defa es geciyoruz. Deniz ise tam bir senlik. O kadar cok yelkenli var ki o gun, havanin ruzgarli olmasindan dolayi hepsi ahenk icinde saliniyorlar. Bu hafta icin dunyadaki en iyi 25 yelkenlinin davet edildigi bir etkinlik varmis diyor rehberimiz.

BOSTON, MA

Kim sevmez ki bu sehri. Amerika'da kaldirimda yurunup de gezilebilecek belki de tek sehir Boston. Kaldirim diyorum cunku bu ulkede cogu sehirde kaldirim yoktur. Tamam NY'da da yurursunuz ama burasi cok daha konsatre, her bucaginin ana ulke Ingiltere koktugu bir sehir. Artik bilmeyen yok, tarihine girmeyecegim. Ingilterede'ki din baskilardan kacanlar buraya gelip yerlesmisler, sonra konulan vergilerin agirligindan yuksunup yeni bir anayasayla ozgurluklerini ilan etmisler. Yemek yedigimiz yerlerde sik sik goruyoruz, burasi anayasinin ilk tohumlarinin atildigi, toplantilarin yapildigi yer diye. Zaten freedom trail denilen kirmiziyla isaretlenmis serit ya da briket yollardan yurununce tarihle ilgili 16 eserle karsilasiyorsunuz. 2.5 mil uzunlugunda 4.5 saat yurume uzunlugunda bu yolu ilk gun 30C sicak altinda yuruyelim dedik. Yuruduk de ama mahvolduk, bittik hemen kendimizi buranin Times Square'i olabilecek Quincy Market/Faneuil'ine atip dinledik, enerji topladik. Sehir turu amacli otobus ve liman turu yapip, Northend denilen Italyan mahallesinde tika basa doyduk. Mike's Pastry diye bir kafe var. Ben hayatimda goruntusuyle bu kadar albenili pastalar, sekerlemeler gormedim. Her yemekte Clam Chowder ictik, deniz urunu yedik. Istakoz yiyecegiz diye tutturup onluklerimizi takip, elimize ceviz kirma aletlerine benzer seyleri alip, sanki canliymis gibi duran istakozlarimizi yedik. "Taze degilse, legal degildir" diyen Legal Sea Food'u yerinde ziyaret ettik. Neyse yediklerimiz ictiklerimiz bize kalsin, gezimize devam edilim.

Bu arada otobus gezisi sirasinda soylenen birkac ilginc sey kalmis aklimda:
Boston zaten ulkenin universite sehri. Kac tane mi, 60 desem. MIT ve Harvard ilk akla gelenler. Berkeley Music School, BU, BC, New England Law School ve kalinini 60'a tamamlayacak kadar cok. Harvard'da okula baslayip devam etmeyen hayirsever Bill Gates, MIT'e oldukca yuklu bir bagis yapmis birkac sene once. Onlar da olaganustu modern bir arastirma merkezi kurmuslar. Biz oglana okul bakiyoruz da ilgimiz o yuzden:)

  • En eski Alman restorani buradaymis ve hala bodrumunda Sauer Kraut dedikleri mor lahana tursusunu tum Amerika'ya dagitacak kadar uretmekteymis.
  • Ulkenin en buyuk ve eski kutuphanesi burada. Hakikaten nefis mimarisiyle goz aliyor.
  • Sehirde hic diner yok, bir tanesi haric. O da South Street'te ve 24 saat acik.
  • Jay Leno tiyatro calismalarina ilk burada baslamis, Judge Jude buradaki NE Hukuktan 2 yil sonra atilmis.
  • NY'dan sonra Amerika'nin 2. buyuk finans merkezine ve 3. buyuk Cin mahallesine sahip. Diger en buyuk Cin mahalleleri San Francisco ve NY'da.
  • Maalesef sehrin merkezi kazi icinde. Big Dig dedikleri, tum yollari yeraltina almayi planlayan bir proje bu. Simdilik 6 yil geride ve 6milyar$ butce fazlasiyla gidiyor.

Boston Cocuk Muzesi, MA: Eee hersey buyuklere olacak degil ya. Minik oglumuz tam bir bayram yapti burada. Cocuk muzesi oldugundan hersey cocuklar icin dusunulup yapilmis. 4 katli muzenin 3 kati cocuklara ayrilmis. Icinde 100 yillik gercek bir Japon evi bile var. Turla onu da geziyoruz. Kucuk odalar, yer yataklari hersey sadelik icinde. Kendimize bakinca siyrilmak istiyor insan fazlaliklarindan. Boyalarla, miknatislarla, suyla, kopuklerle, arabalarla kisacasi bizim aklimiza gelen/gelmeyen tonlarca yaratici malzeme ve dusunceyle olusturulmus, her cocugun tum gununu gecirebilecek kadar aktivite dolu bir yer burasi.

Boston muzeler acisindan da bir cennet. Bilim, guzel sanatlar, tarih muzeleri ile tam limanda yer alan akvaryum gezilmeye deger. Bunlari onceki gelislerimde yaptigimdan, surenin ve yas grubunun heterojenliginden :) tatil gezisi kavramina geciyoruz.


CAPE COD, MA

Hani her yerde gorursunuz ya guzelim Kaputaj Plaji'nin resmini, ben dedim burasi onun Amerika versiyonu. Zaten cografik olarak o kadar ilginc bir olusum ki, haritada bile uzun, ucu kivrik bir borazan seklinde. Asagidaki fotografi google'dan buldum adanin cografik olcutunu gostermek icin. Kumsallarinin guzelligi, temizligi, denizinin dalgalari ve icine alip goturecekmis hissi ile tam bir acik muze seklinde ada. Adadaki kasabalar Amerika'da alisilmadik olcude icice, yanyana. Bir kasaba bitip digeri baslarken, ucurumvari kiyiya inan kumsali asagida tahmin edemiyor insan. Anlasildi Cape Cod'a tekrar yine yeniden gelinecek. Bu bir on gezi oldu bizim icin 1 hafta neye yeter ki. Bizim hosumuza giden yerler Sandwich, Wellfleet, Chadham, Barnstable ve tabii goremedigimiz yerler.

Yurtdisinda yasayanlar bilirler; varolan tatillerimiz TR'ye angaje oldugundan 1 haftalik kacamak hem yorgunluk dolu hem de bu ulkeyi tanimak acisindan harika oldu. Fotograflari da aktarinca gezi gunlugum tamam olacak. Sonra da eylulde Turkiye...

21 Temmuz 2006 Cuma

Isin Uzmanina Sormak

Bazi konular var ki, "ah iste gozunu sevdigimin Turkiyesinde olmak vardi" diyor insan. Ne mi mesela: saglik. Pazartesi gunu oglanin dizlerinde minik kabarciklar olusmaya basladi. Sali, carsamda azaldi. Persembe artti. Hadi dedik doktora goturelim, goturelim de, burada uzman doktora oyle cat kapi gidilmiyor. Sabahtan en az 30 dermatologun ofisini ariyorum hepsi agustos sonuna kadar dolu. Bazilari ekim ayindan bahsediyor, deli olmamak isten degil. Eger acilse, ya acile gidin ya da 911'i arayin diyorlar. Ya da aile doktorunuzu arayin ilk diye mesaj koymuslar. Yanik ya da bulasici bir durum yok ama icimiz rahat degil. Pediatrist'e gidiyoruz, 2 doktor goruyor yorum yapamiyor. Iste burada kopuyorum. Neden mi? Cunku 2 aylik bebekte dokuntu gibi ensesinde baslayan ve mantar diye diye bizi yanlis yonlendiren bu doktorlar bana, eger ilgi alanlari icinde olmayan bir konuysa uzmanina git dersini verdiklerinden bu yana, ne kulagindaki siviyi, ne vucudundaki egzemayi anlayamadiklarindan tekrar uzman doktor bulmaya calisiyorum. Calisiyorum da, nafile. Ogleden sonra tekrar sariliyorum telefona. Ola ki birisi randevusunu iptal etmistir ya da en erken bana ne zaman randevu verebilir diye. Doktora gitme capimi genisletiyorum. Haftaya tatile gidecegimiz bolge de dahil olmak uzere bir 50 yer daha araniyor. Hepsi "sorry, we're booked until October" demiyor mu, inanamiyorum. Bu arada bazi yerleri tekrar ikinciye ariyorum. Kadin gulerek sabahtan aramistiniz diyor.

Iste boyle bu ulke. Acillik bir durum yok ama uzmanina sormamiz lazim, ya su cicegiyse, ya da virutik bir hastalik basladiysa diye diye ben doktor bulamiyorum. Kendi dermatologu sadece sali ve persembeleri calisiyor. Bari ocak ayina randevu alayim diye mesaj birakiyorum. Iste sirf bu yuzden su anda TR'de olmak istiyorum. Degil ki kap cocugu, disari cik, caddelerde birisinde yazan "Deri Hastaliklari Uzmani" yazan tabeladaki ofise gir. Ona bile gerek yok, ana cocuk sagligi ofisindeki hekim gorsun ve yorumunu yapsin. Cunku pratik olarak bizim ulkemizin hekimlerinin iyi olduguna inaniyorum ben.

MalPractice (MP) bu ulkedeki hekimleri mahvediyor. Zaten bir doktor ofisine girmeye gorun. Ilk kayit esnasinda sanki ev aliyormuscasina, abartmaksizin herhalde 10 ayri dokuman, kagit var, tek tek imzalanip sigorta bilgileri veriliyor. Sigortasizsaniz sizi kabul etmeme haklari var ama hastaneye giderseniz sigortasiz olsaniz da almalari gerekiyor. Tamam bu MP'in iyi taraflari da var. Eger konu ciddiyse ilerde baslarina birsey gelmesin diye ve ozellikle de hasta tarafindan istenmisse her tetkik yapilir ama basit seyler icin grip, nezle, oksuruk, ust solunum yollari enfeksiyonu, kas agrilari fasulyeden hastalik sayilip, gecene kadar gecer felsefesiyle bakilmaz, ilac verilmez. Ozellikle genc hekimler daha bir ilacsiz tedaviden yana olup vucudun bagisiklik sisteminin artacagindan recetesiz satilan ilaclara bile ragbet edilmez.

Saglik faturalari konusuna hic girmiyeyim. Sigortali olanlar da kendi aralarinda yillik deductible, co-pay gibi harcamalar yaparak diyelim ufak odemelerde bulunuyorlar. Bizim odememiz, uzman dr icin $30 ve yillik sinir yok gitmek icin. Aylik bordrodan da belirli kesinti oluyor. Ya sigortasizsaniz.... Himmmm sanirim minik bir visit $250'dan baslar. Diyelim geldiniz ve hasta olup doktora gittiniz? Ya daha sonra adresinize gonderilen faturayi oduyorsunuz, ya da cogu turistin yaptigi gibi yanlis adres veriliyor ya da fatura yirtip atiliyor. Meksikalilar neden siniri gecip, bebeklerini dogurup, 18-20bin$ arasinda degisen dogum harcamalarini devlete yikip sonra da ortadan toz oluyorlar. Sezaryansa bu rakan 5bin$ daha artiyor.

Sanirim hem Amerika icin hem TR icin "ici seni yakar, disi beni" soylemi gecerli. Belirli seyler belirli duzeyde iyi ama ha dedigin zaman uzmana gitmek cok zooooooooor burada, bunu paylasmak istedim.

Sonuc mu ne? Yilmadim ve mutlaka birisini bulabilirim deyip, nihayet Bronx'da bir doktor buldum yarin sabaha. Bakalim neymis?

16 Temmuz 2006 Pazar

High-Tech'ten No-Tech'e

Napalim napalim, hadi dedik ogle sicagi bastirmadan disari cikip gelelim sabahtan. Zira hava sicakligi 38C'lere ulasti bugun. Sehrin ortasinda kurulmus bir koye gittik. 1750'lerde kurulmus somurge donemine ait bir cifligi canlandirmislar ama hakiki kiyafetleri, su degirmeni, tas bugdag misir ogutucusu - yaklasik 120kg agirliginda-, varilleri, bidonlari, bahcedeki calisanlari, su kuyusu, inekleri, tavuklari, koyunlariyla...

Ateste yemek pisirip, bahcelerinde domates, biber, fasulye yetistiriyorlar. Feslegen, maydonoz, dere otu yaninda lavanta bitkisi bile vardi bahcede ve basagrisina iyi gelir niyetiyle sakaklarina suruyorlarmis o zamanlarda. NY olur da bahcede elma agaci olmaz mi? Henuz olgunlasmaya baslamis elmalar, koca bir agac hasat mevsimini bekliyor.

Etrafi gezerken ustumuz basimiz is, misir unu tozu, toprak oldu, iyi de oldu. Genzimiz hayvan kokusuyla dolup, cigerlerimize ateste pisen yemek kokularini cektik sonra da ellerimizi lavantayla misledik. Pek bir hosumuza gitti, nerden nerelere geldigimizi gormek... Kolelik doneminin Amerika'sini, yasamlarini, nelerden gectigini anlamak acisindan ilginc bir tecrubeydi.

PS: Blog komsularimdan gordugum ve sunumunu begendigim Picasa web sayfasina da fotograflari koydum. Bir ustte baska albumlere iliskin fotograflar var. Vakti olana iyi seyirler.

13 Temmuz 2006 Perşembe

Kasirga

Herhangi yagisli bir gun gibi gecse de dun, saat 4'den sonra kiyamet kopmus megersem. Oglani almak icin yola cikiyorum ki, trafigi anlatmaya imkan yok Aynen su yandaki resimdeki gibi. Hah diyorum aynisini gecen sene de haziran sonunda yasadik, hemen Burak'a haber verip o da baska yonden yola ciksin cocugu yuvadan almak icin. Anlamadim ne zaman geldi bu kasirga, ne zaman catilari ucurdu, agaclari devirdi, elektrikleri kesti de ben ancak yola cikinca gorebildim. Ustelik ogleden sonra disardaydim, saga sola gittim, sadece ara ara cok siddetli yagan yagmur disinda -ki bugunlerde hep boyle- olagan disi birsey yoktu.

Neredeyse tum ana arterler kapali, otobanlara devrilen agaclardan ve sel baskinindan hepsi kapatilmis, trafik de ara yollara verilince ben guzel bir Weschester ilcesi turu yapiyorum. Iki universitesi kampusu, iki rezarvuar, aa burada Pepsico varmis, aa burada Wells Fargo varmis diye bilumum sirketlerin arasindan dolasaraktan hicbir yere gidemiyorum. Gecen sene yarim saatlik yolu 5 saatte donmustum diye dusunup bu yilin hesabini yapmaya calisiyorum. Neyse Burak benden onde, cocugu o alacak. Eve donmek de azap verici. Aynen korku filmi gibi aslinda, saka degil iste film olsa bu kadar olur. Insanlar yollarda yuruyor, itfaiye, polis etrafi derleyip trafigi yola sokma pesinde ama nafile. Cok isleri var cok. Biz ise birbirimize saat 9'da kavusuyoruz, bu yil sadece 4.5 saat suruyor.

Not: Resimleri buranin gunluk gazetesinden aldim. Dahasi burada.