27 Aralık 2005 Salı

Iste 2006 da Geldi




"Toplum sarmali" deniyor sosyolojide. Orhan Pamuk bir kitap yazdiysa alinip okunacak. Sikilip bunalsaniz da, o kitap bitecek illa. Ya da Yilmaz Erdogan film cekti, gidilip gorulecek. Herkes Aliye'yi izliyorsa sen de izleyeceksin, izleyeceksin ki toplumu etkileyen dinamiklerin bir parcasi olacaksin.


Her yerde; 2005 biterken, yeni bir yil daha geliyor, gelecek sene neler getirecek, 2005'in en'leri gibi basliklari gorunce ister istemez siz de kendi capinizda bir yeni yil listesi yapmaya basliyorsunuz.

  • Bu Amerikalilarin resolution list'leri pek meshur. Boy boy gelen ilanlardan goruluyor ki ilk sirada hemen bir gym'e yazilip kilo verme isi var. Bu da oyle bir is ki, bu adamlar bu kadar yagli yiyip, sonra gym salonlarinda onlarca mil kosup nasil zayif olabilirler ki...
  • Sonra daha cok kitap okuyup, daha cok sosyal etkinlige gitme giriyor listeye.
  • Sigara iciyorsaniz, yeni yilda mutlaka sigarayi birakma, en azindan azaltma kalemi vardir listede.
  • Sonra para biriktirilecek. Gereksiz harcamalar kisilip, kenara uc bes kurus para atmanin yolu bulunacak. Hatta bunun icin bir finans planlama uzmanindan yardim alinacak.
  • Kariyer konusunda biraz daha asilip, calisip iyi bir egitim programi hazirlamali.
  • Bir iMac'im olsun, yaninda digital SLR da iyi gider diyorum ben. Hatta bu dileklerinizi bi klikle amazon'dan gerceklestirmek cok mumkun. Yoksa benimki haftaya gerceklesecek mi?
  • Ve kesin yeni yilda daha organize, duzenli olacaksiniz. Hatta bunun icin simdiden bir 2006 takvimi ve ajandasi alip sevdiklerimizin dogum gunlerini, evlilik yil donumlerini isaretlediniz bile.

Iste liste boyle devam edip gidiyor.

Saglik basta olmak ve sevdiklerimizi yanimizda sag salim gormek, hissetmek, iyi haberlerini almaktan baska ne beklentisi olsun ki insanin... Basit seyler gibi gorunuyor ama insan en cok basit gordugu seyleri, yaninda olan insanlari ihmal ediyor.

Herseyin basi sevgi, umut, heyecan, baris, arayis. 2006 herkesin kendi kisisel tarihinde bunlari saglar umarim.

20 Aralık 2005 Salı

Life Is Like A Box Of Chocolate

Siz nasil yazarsiniz cukulatayi. Cikolata mi cukulata mi? Dogru yazilimina baktim TDK web sitesinden cikolata diyor, cukulatayi vermemis ama bana gore soylenisi de yazilimi da daha dogru geliyor cukulata deyince.

Simdi ben bu yaziya neden mi bu basligi koydum? Forrest Gump filminde annesi "life is a box of chocolate, you never know what you'll get" der. Hakikaten o kadar surprizli bir sey mi icinden ne cikacagi belli olmayan?

Simdi bu seytani yiyecek ta nuh-u nebi zamanindan beri var. Aztekler (13.yy) zamaninda "chocolatl" diye aci su anlamina gelen bir icecegi tuketiyorlamis. Kakao cekirdeklerinden elde edilen bu icecek yillar sonra icine vanilya, hindistan cevizi, seker, tarcin gibi cesitli aromatik maddelerin ilavesiyle zamanimizdaki tadi bulmaya baslamis. Ilk sutlu cukulata Daniel Peter tarafindan Vevey'deki bir Isvicreli tarafidan 1876'da yapilmis.

Tropik bolgelerde yetisen kakao agaclarindan elde edilen kakao cekirdekleri, kurutulup, temizlenip, isitilitip, kavrulduktan sonra icindeki aroma ve ozunu ortaya cikaran kucuk parcaciklar haline getirilir. Nibs denilen bu kakao cekirdekleri %53 oraninda kakao yagi icerir. Parcalanip ogutulen ve un haline getirilen taneler, isitilma prosesi esnasinda yag haline gelir.
Cukulata likoru denilen bu yag (iste bu yag cok onemli), aslinda cukulatanin ana yapi tasi. Bu likorun sertlesmesi sonucunda ise aci veya tatlandirilmamis cukulata elde edilir. Simdi buraya kadar cukulata ile kakao tozu ya da bizim tatlilara serptigimiz kisaca kakao dedigimiz seyin yapimi ayni. Kakao yaginin, bu cukulata likorinden ayrilmasi sonucunda kati kisminin
ezilip pudralastirilmasiyla kakao tozu elde ediliyor, elde kalan kati kisim kurutularak icine kakao yagi ilave edilmesiyle de cukulata elde ediliyor. Tabii uretilecek cukulata tipine gore seker, sut ve diger aromalarin da ilavesiyle bizim yedigimiz hale geliyor.

Benim cok severek yedigim beyaz cukulata aslinda cukulata degilmis. Cunku cukulata likorunden degil, sadece kakao yagi, sut ve aroma eklemesiyle yapiliyormus. Sutlu cukulata, aci ya da bitter cukulatada degisen oranlardaki kakako likorune gore bizim damaklarimizdaki lezzet elde ediliyor.

Yilda ne kadar cukulata tukettiginizi hic dusundunuz mu? Ben gunde 100gr'lik bir paketi kis aylarinda rahat yedigimi dusunerek, hele findikliysa ya da tiramisuluysa ya da antep fistikli ya da visne likorlu ya da Lindt'in tum cesitleriyse, bu ayda 3 kg yapar. Korkunc bir rakam. Yillik tuketim 36 kg. Benimkisi bilimsel bir olcum degil elbet ve bu konuda sampiyonlugu
Isvicrelilere birakiyorum. Yilda tam 12 kilo cukulata yiyorlarmis. Bu ayda 1 kilo, gunde 33 gr yapar. Yani gunde bir cokoprens buyuklugunde cukulata yiyorlar ve tercihleri de koyu renkli, bitter cukulataymis. Amerikalilarin tercihleri ise sutlu cukulatadan yana.


  • Serin yerde saklanmali ama asla bu yer buzdolabi olmamali. Icindeki yagi daha da katilastirip, oda sicakligina gelince icindeki yag homojen dagilim ozelligini kaybediyor bana gore.
  • Ogleden sonra yemek ustune icilen kahvenin yaninda mukemmel bir arkadas. Ya da caniniz sikkin, mutfaga girip bir topak diye agziniza atinca sizi ne kadar mutlu ettigini goruyorsunuz degil mi? Cunku cukulata beyinde endorfin hormonunu salgilayip insanlari mutlu etme ozelligine sahip bir antidepresan. Tabii o bir topak bir bar oluyor, bir bar sonunda bir paket oluyor ama mutlusunuz ya o an icin, gerisi onemli degil.
  • Migrenli kisiler kesinlikle uzak durmali cukulatadan. Uyarici etkisinden dolayi migreni tetikleyebilir diyor bilimsel veriler. Acaba ben uzak duramadigim icin mi bu kadar sik basim agriyor? Zaten tarihte afrodizyak ve uyarici etkisinden dolayi zaman zaman yasaklanmis.Bir de diyet yaparken yenmemeli ya da az yenmeli. Diyet cukulatalar da var ama tadi hic ayni degil. Icindeki kalori oranini yazinca yuregim sikisiyor. 100gr'inda tam 560 kalori var. Bunu harcamak icin 1.5 saat kosmak ya da 2.5 saat yurumek lazim.
  • Kopeklerin asla cukulata yememesi lazimmis. Icindeki "theobromine" maddesi susuzluk ve kusmaya neden oldugundan ishal ile baslayan durum olumle sonuclanabilirmis.
  • Her daim, her yere gidebilecek en uygun bir hediye. Noel ve yilbasi icin hazirlanan Godiva'lar, Neuhaus'lar, Lindt'ler o kadar bastan cikarici ki dukkanlarda mucevher gibi degerli gorunuyor paketlerin icinde.
  • Belcika'ya gidip de Leonidas'i bilmeyen yoktur. Godiva'lar her kitada meshur oldu da Leonidas'lar Amerika'ya ne zaman gelir diye sabirla bekliyorum. Bizde lokum usulu kiloyla satilan turden oranin cukulatalarindan. Himmmmm mukemmel bir lezzet, bak agzim sulandi yazarken bile.

Gene sene Koln'e gittigimizde gezdigimiz cukulata muzesi bize bu prosesin ne kadar mesakkatli ve ozen gosterilmesi gerektigini anlatti.

Mutlulugunuz daim, cukulataniz eksik olmasin.

19 Aralık 2005 Pazartesi

Ortalama Amerikali

Sabah ise geldim ve yan kupteki eski ofis admin'imizi aglar duyunca cok sasirdim. Burada hicbir zaman ama hicbir zaman kimsenin birakin aglamasina, ses tonlarini bile yukselttigine sahit olmadim. Amerikalilarin duygularini pozitif yonde abartmasina, gulmesine, bagirarak konusmasina aliskinim ama aglamasina, ya da uzuntulerini belli etmesine hic degilim. Kafamda bunlar dolasirken Hurriyet'in pazar ekinde Ortalama Amerikali konulu bir yazi okudum. Soyle yaziyor ortamala Amerikali icin. Ben de bu listeye katiliyorum.

En az beş yıldır aynı evde oturuyor.
Lise mezunu.
Ailesi çok önemli. En az bir çocuğu var.
Saat 12’den önce yatağa giriyor.
Hıristiyan. Ayda en az bir kere kiliseye gidiyor. Din onun için çok önemli.
En az bir motorlu aracı var. Ehliyeti ve evinde kapalı garajı var. Emniyet kemeri takıyor.
Evinde en az bir evcil hayvanı var.
Hayatından memnun ve sorulduğunda mutlu olduğunu söylüyor.
Kürtaja karşı. Çevrenin korunması için daha sert kanunlar çıkarılmasını istiyor.
Oturduğu evin değeri 100-300 bin dolar arasında.
Hayatında en az bir kere silah kullanmış ve bireylerin silah taşıma hakkını savunuyor.
Kumarın kabul edilebilir bir eğlence seçeneği olduğunu düşünüyor.
Yılda 15-75 bin dolar arasında para kazanıyor.
Her yıl bir yardım derneğine bağışta bulunuyor.
Sağlık sigortası var.
Her gün soda ve kahve içiyor.
Evinde kahve makinesi var.
Haftada bir ekmek yiyor. Her gün fıstık ezmesi yiyor.
Irak’taki askerleri destekliyor.
Esrarın yasallaşmasına karşı.
Eşcinselliği alternatif bir yaşam tarzı olarak kabul ediyor.
Eviyle işinin arası ortalama 8 kilometre.
Evinde DVD ya da VCD izleme cihazı var. Her gün TV izliyor.
Balkonu ya da verandası var. Orada bir de mangalı var.
Her gün gazete okuyor.Geçen yıl bir kitaba başladı ya da bitirdi.
Her gün dişlerini fırçalıyor, yılda bir kez dişçiye gidiyor.
Her gün duş alıyor. Duş süresi 10.4 dakika. Duşta kesinlikle şarkı söylemiyor.
ATM ve kredi kartı var.
Kredi kartı borcu var.
İnternet kullanıyor. Bilgisayar oyunu oynuyor.
Evinde Noel ağacı var.
Beyzbol fanatiği.Telefon numarası şehir rehberinde kayıtlı.
Bir McDonald’s’a 3.2 km, bir Wal Mart’a 20 dakika uzaklıkta oturuyor.
Yılda bir kez seyahate çıkıyor.

15 Aralık 2005 Perşembe

Corporate Amerika'da Benefitler'e Yazilma Zamani

Bu yaziyi yazmak icin biraz gec kaldim aslinda. Ekim-Aralik arasi Amerika'da eger bir corporate sirkette calisiyorsaniz gelecek sene icin, sirketin size maasinizin yaninda verecegi diger seylere uye olma zamanidir.

Saglik, dis, goz sigortasi yaninda yasam sigortasi, eczane ilac plani, kisa ve uzun donem sakatlik sigortasi, hukuksal konularda danismanlik alma, emeklilik planlari, cocuk bakimi ya da sorumlu oldugunuz birisine bakim gibi konularda kayit olunmasi gerekir.

Konu saglik sigortasi olunca ozellikle herkesin dikkat gostermesi gerekiyor ki, buradaki saglik sisteminde sigortanin ne kadar sart oldugunu anlatmak icin soyle diyeyim. Sadece bir doktor viziti 150$-200$ arasi. Eger sigortaniz varsa genellikle sadece co-pay denilen 20-30$lik ufak bir para odeyip vizit basina gerisini sigortaya havale ediyorsunuz. Tabii sigortaya katki payi buyuk oranda isverenden, kalani sizin bordronuzdan. Secilen sigorta turune (PPO, HMO) ve sirketin size onerdigi deduction tutarlarina gore belki harcamalarin ilk 500$ ya da 1000$'ini kendi cebinizden yapmaniz gerekebilir.

John Q diye guzel bir film izlemistim gectigimiz birkac yil once. Kendisinden habersiz sigorta plani PPO'dan HMO'ya gecince kalp rahatsizligi geciren 8 yasindaki ogluna bir donor'dan kalp bulmak icin ugras veren babanin hikayesi. Cunku yeni sigorta plani kalp bagisini kapsamiyor ve bu da cepten cikacak ton binlerce dolar demek o aile icin.

Bu ulkede hersey secimler uzerine dayaniyor. Secimlerinizi akillica yapabilmeniz icin de elinizde tahmin ve istatistikler olmasi lazim. Istatistikler gecen yillardaki harcamalariniz, tahminleriniz de bulundugunuz kosullara gore yapacaginiz harcamalara dayanir. Bu veriler isiginda isveren neyi oneriyorsa duruma uygun secim yapmak gerekir. Herkesin durumu kendine ozel.

Bu yilki kayitlar sirasinda gordum ki, sigara icmiyorsaniz indirim aliyorsunuz. Sigarayla savas konusunda Amerika cok basarili. Peki ya sismanlik icin?!? Vucut-agirlik indeks'i dedikleri BMI obezite sinirlarina giriyorsa sigorta sirketi sizi sakatlik icin sigortalamiyor. Bir nevi ceza oduyorsunuz obez oldugunuz icin.

Saglik harcamalarindaki artis yilda ortalama %8 kadar ve her yil bizim koydugumuz pay giderek artarken, odedigimiz co-pay'ler de artiyor. Email gruplarinda sik sik Amerika'da dogum konusu gundeme geliyor. Epiduralli normal dogumun 10-12bin, sezaryanin 18-20bin arasinda degistigi goz onunce tutulursa bu ulkede saglik sigortasina ne kadar ihtiyac oldugu asikar.

Sonra dis ucretleri. Bu konuda en pahali ulke Isvicre diye okumustum yillar once. Turkiye hala saglik harcamalari konusunda mutevazi kapsama giriyor. En kotu ihtimalle devlet ya da sigorta hastanesi kuyrugunda beklemeyi goze alip ya da bilemediniz doktorun muayenesine gidip 50-60$'a muayene olabilirsiniz. Gecen yil kirilan disime burada 450$ cikarilan fatura, Turkiye'de bana 70$'a maloldu. Birebir karsilastirmak cok dogru degil tabii. Karsiliginda alinan servis, hasta takibi, hasta haklari acisindan terazinin ne tarafa agir bastigini siz dusunun.

Goz sigortasi burada kapsami acisindan kontak lens ve goz muayenesi ile sinirli. Eger lasik gibi bir goz duzeltme ameliyati yaptirmak istiyorsaniz, sigortaniz oldugundan indirim sagliyor ama tek goz 700$'lar civarinda.

Yasam sigortasi (life insurance), kisa ve uzun donem sakatlik sigortalari da (short term disability ya da std, long term disability ya da ltd), sirketin anlasmali sigorta sirketlerinden alinirsa cok daha hesapli. Amerika finans dunyasininda sigorta sirketlerinin enstrumanlari ve urun cesitliligi dusunuldugunde disaridan bir yasam sigortasi yaptirmak gerekli olmakla birlikte oldukca pahali bir harcamadir da. Annelik izni ya da dogum izni (maternity leave) burada kisa donem sakatlik plani altinda 6 hafta ucretli (o da maasininizin %85'i) ve 6 hafta ucretsiz olmak uzere 12 hafta verilir. Veya aileden birisinin hastaligi durumunda bu 6 haftalik izni almak mumkundur. Is yerinde sakatlanma ve uzun sure isten uzak kalma durumlarinda eger sigortaniz varsa planiniza gore maasinizin %66'si eger yoksa %50'i odenir. Gene bu oranlar isverenin size onerdigi planlarla orantilidir.

Bir de bana burada ilk zamanlar komik gelen sayiyla ilac verme durumu var. Sigorta sirketlerinin baskisi mi, doktorlarin ilac kullanimina karsi olduklarindan midir bilmiyorum, eger 10 gunluk antibiyotik tedavisi alacaksaniz, size 10 gunluk ilac verilir. Asla fazla degil... Belki de bu yuzden her marketin ilac koridorlarinda, recetesiz alabileceginiz tonlarca ilac bulunur. Rx (prescription) denilen receteyle alinacak ilacalr ancak eczanelerde satilir. Buradaya da gene eczane planina veya dahil edilmisse saglik planina gore bir co-pay odemek gerekir.

Yurtdisindan ozellikle uzun sureli gelenler icin seyahat sigortasini hatirlatayim. TR'den de alinabilecek seyahat sigortalari mumkun ama web'den daha genis kapsamli ve ucuza alinabildigini gordum.

Aslinda yazilacak cok sey var bu konuda. Deduction, PPO, HMO gibi baslangicta anlamakta hayli zorlandigim, kapsamlarini ogrenmek icin bir hayli arastirma yaptigimdan simdi icim rahat, bundan sonraki secimleri daha bilincli yaptigimi dusunuyorum.

14 Aralık 2005 Çarşamba

Bir Geysanin Anilari (Memoirs Of A Geisha)

Bu ani-biyografi kitabi beni cok etkiledi. Arthur Golden'in best-seller olmus kitabi gercek bir oykuye dayaniyor. Yakinda sinema filmi de geliyor, o zamana kadar beklemeyi dusunuyordum yazmak icin ama film hakkkindaki elestiriler olumlu degil hatta Newsweek 2005'in en kotu 5 film listesinde yayinliyor. Bakalim 23 aralikta gorebilirsem hayalkirikligi mi yasayacagim bilmiyorum. Cunku senaryo itibariyle cok egzotik, epik ve sanatsal konusu var. Tipik Hollywood yapimlarindan bunalanlar icin ideal diye dusunuyorum.

Roman 1929'da Japonya'da kucuk bir kasabada dogan Chiyo isimli kizin annesinin hastalanmasi ve kisa zaman sonra olumu uzerine ablasiyla birlikte bir geysa evine satilmasiyla basliyor. Henuz 9 yasinda o zaman. Uzun zaman ablasiyla gorusemez ve aradan gecen uzun zaman sonra bulustuklarinda kacmaya karar verir ancak, dama cikmis tam kacacakken duser ayagini kirar. Satildigi evde, oranin sahibi olan kadin (mother) eger gelen kiside geysahaneye para kazandiracak bir deger gorurse o zaman o kizlari geysa olarak yetistirir, degilse hizmetci olarak calisiyorlar. Geysa olmak hic kolay degildir. Uzun zaman boyunca dans, muzik, servis, yazi sanati (kaliagrafi) gibi konularda egitim aliyorlar. Makyajlarini yapmalari, saclarini taratmalari, kimonalarini giymeleri nerdeyse hep bir toren. Mesela o sacla uyumalari imakansiz ve ona gore duzenlenmis yastiklari oluyor. Sadece gunde birkac saat oturur gibi uzanmis uyuyorlar zaten. Ya da beyaz pudrayla basladiklari makyajlari birkac saat aliyor.

Japon kulturunun onemli bir parcasi olan geysalar, daha cok erkekleri eglendirmek, cesitli acilislarda bulunmak, erkeklere kavalyelik yapmak, arkadaslikta bulunmak gibi bir fonksiyona sahipler. Tabii butun bunlar o kadar sanatsal yapiliyor ki, bir geysanin dans, muzik, guzel konusma, gundelik hayatin konulari icinde olmasi gerekiyor.Geysa olabilmek icin sizi mali konularda sponsor eden biri oldugu kadar, bir de buyuk ablanizin olmasi lazim. Geysa olunca ozel bir isim veriliyor o kisiye ve buyuk ablanin deneyimlerinden yararlanmak uzere onunla birlikte cay partilerine, gosterilere katiliyorlar. Acik arttirma ile bekaretleri satiliyor ve kitabin kahramani o donemin rekor fiyatina gidiyor. Hatta bu rekor uzun yillar yeni adiyla Sayuri'de (Chiyo) kaliyor. Sayuri guzelliginin ve yeteneklerinin farkinda olmayan bir geysa. Etrafindaki geysalarin kiskancliklari ve ayak oyunlari, Sayuri'yi buyuk abla Mameha'nin akilli bir yonlendirmesi sonucunda geysa evinin o zamanki kralicesi olan Hatsumomo'nun gazabindan koruyor. Hatta oylesine bir strateji isleniyor ki sonunda, Sayuri geysa evinin sahibi olmak uzere evin sahibi tarafindan evlat ediniliyor.

2. dunya savasi sirasinda geysahaneler kapatiliyor. Savas bitince tekrar geri donuyorlar giyona (geysahane). Bu geysahaneler, ozel gizli bir bolgede kurulmus gibi. Kahramanimiz uzun yillar boyunca henuz cocukken gordugu orta yasli bir adama (Mr. Chariman) asiktir. Hayatlari surekli birbirlerine teget gecen bu iki insan cok yillar sonra kesisirler ve gene geysaligin bir ozelligi geregi Mr. Chairman Sayuri'ye dana olur yani onu himayesine alir. Metres kelimesi belki dana'nin Turkce'deki karisligi ama herseyde o kadar saygi, itaat ve gurur var ki, bu kelime biraz zayif ve yabani kaliyor kanimca.

Kitapta aile iliskilerine, erkeklerin giyona giderken kendi eslerinin bu durumu nasil karsiladiklarina ya da kahramanin Mr. Chairman'den olan cocuguna deginilmemis. Mr. Chairman'in Japonya'daki nufuzu dolayisiyla Sayuri 80'lerde Amerika'ya gelir yerlesir ve NYC'de bir cay evi kurar. Musterileri yine Japonya'dan tanidigi kisilerdir.80-90'li yillarda cok is yapar. Donemin sanatcilari, entellektuelleriyle beraber yasaminin sonuna kadar Manhattan'da yasar.

Bu 320 sayfalik ya da benim dinledigim kadariyla 20 saatlik kitap kesinlikle okumaya deger. Umarim filmi de bir o kadar carpici gelir.

23 aralikta sinemalarda...

13 Aralık 2005 Salı

Dusene Kadar Alisveris Etmenin Tam Zamani

Halloween bitti ve hemen ertesinde abartmiyorum nefes almadan, soyle bir durup dinlenmeden, 1 kasimda dukkanlar ve insanlar once sukran gunune (Thanksgiving) sonra da Christmas'a hazirlanmaya basladilar. 1 kasim-31 aralik arasi burada holiday season, bayram donemi diye geciyor. Sirketlerin cirolarinin tavan yaptigi aralik ayi, diger 11 aydaki tum satislardan daha cok satis yapiyor.

Yasadigimiz sehirler isiklandi, bizim yilbasi cicegi dedigimiz cicekler konuldu etrafa, belediyenin koydugu hoparlorlerden "jingle bells, jingle bells" melodileri duyulmaya basladi. Kasimin 30'unda Rockefeller'deki devasa agacin isiklari da torenle yaninca istemeseniz de kendinizi bir bayram atmosferinde buluyorsunuz. Is yerinde projeler 24-25 araliktaki Noel'e gore duzenleniyor, TV programlarinda Xmas'la beraber Hanukkah esintileri, reklamlar, vizyona girecek filmler, pisirilecek yemekler, yemek tarifleri, kitapcilardaki dergiler, kitaplar, muzik albumleri, is arkadaslarinizdan "hediyelerini tamamladin mi" sorulari esliginde bir sure sonra "booo" getirecek kadar doluyor insan. Sisman Santa amcamiz yuzunde kocaman gulumsemesiyle cocuklara goz kirpiyor her koseden.

Araba mi alacaksiniz, bak Xmas indirimi var, kosa kosa git onu al, bir iki uc adet kazak yetmez, bak Noel dolayisiyla 2 tane alana 3. bedava, 4. %50 indirimde, TV, bilgisayar almanin TAM zamani, hele o digital camera hic kacmaz. Motto'muz daha cok al ki daha tasarruf et uzerine kurulu yeni dunyada. Buradaki insanlar icin mallarin fiyatlari, kredi kartlarinda odenecek rakamlar, sadece 0 ile 9 arasindaki sayilarin kobinasyonundan olusan numaraciklar. Kitapcilarda yuzlerce kitap, tv ve radyo programi insanlari borc batagindan kurtamaya calismak icin ugrassa da, kapitalist duzen, insanlara daha cok harcatarak "Keep America rolling" pesinde.

Hani kazara filan bir mall'a gideyim de soyle etrafta ne varmis demek imkansiz bugunlerde. Park bulmak imkansiz, millet gece yarilarina kadar alisveriste, dedik ya, shop 'till you drop.

Tamam Amerika'nin nufusunun %90'ina yakinin Hiristiyan oldugu dusunulurse Noel kutlamalarina verilen anlam anlasilir da, ayni bicimde Yahudilerin Hanukkah'i icin ne demeli, Yahudiler sadece %1.8 oranindayken nufusun?

Neyse sozu uzatmiyayim, bir de dilime dolanan su "wish you a merry christmas, wish you a merry christmas" sarkisindan bir kurtulabilsem.

Sabri olan herkese iyi alisverisler bugunlerde.

7 Aralık 2005 Çarşamba

Eflatun'a Sormuslar

Eflatun'a iki soru sormuslar:
Birincisi; "Insanoglunun sizi en çok sasirtan davranislari nelerdir?
Eflatun tek tek siralamis: "Çocukluktan sikilirlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarini ozlerler. Para kazanmak için sagliklarini yitirirler. Ama sagliklarini geri almak için para öderler. Yarindan endise ederken bu günü unuturlar. Dolayisiyla ne bu günü ne de yarini yasarlar. Hiç ölmeyecekmis gibi yasarlar. Ancak hiç yasamamis gibi ölürler."

Sira gelmis ikinci soruya;
"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine siralamis: "Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayin. Yapilmasi gereken tek sey sadece kendinizi sevilmeye birakmaktir. ÖNEMLI OLAN; HAYATTA EN ÇOK SEYE SAHIP OLMAK DEGIL, EN AZ SEYE IHTIYAÇ DUYMAKTIR."

5 Aralık 2005 Pazartesi

Tasimasan Olmuyor

Her telefon calisinda ayni sey oluyor. Telefonu cantada bulup alincaya kadar kaciriyorum gelen cagriyi. Sizin cantaniz nasil bilmem ama ben elimi attigimda aradigim seyi bulmam artik cok zamanimi aliyor. Tamam anladik elektronik devirdeyiz ama bu kadar elektronik olmak beni organize degil aksine dagitmaya basladi.

Bir bayanin cantasinda ne olur. Cuzdan, bir iki ufak makyaj malzemesi, ufak bir not defteri belki, ev, araba anahtarlari degil mi? Hele modacilar cantalari kuculttukce ben hicbir seye sigamaz oldum. Hani su minicik cantalari sikis tikis omzuna asan hanimlara bayiliyorum. Ben oyle kucuk canta takinca elime bir de ikinci cantayi almak zorunda kaliyorum. Cunku... Bir defa iPod girecek, PDA olacak, cep telefonu olmazsa olmaz, is gunuyse Blackberry'niz yaninizda olmali, sirket pager filan verdiyse (gerci modasi gecti ama hala goruyorum etrafta) al bir tane daha. Hepsi tam bir cantalik. Yaninizda bulunmasini istediginiz kitap, dergi gibi ikincil derece seyleri saymiyorum bile. Iste o yuzden ben Amerika'da hemen hemen tum kadinlari iki cantali goruyorum. Bir omuzlarina taktiklari gunluk cantalari var, bir de ivir zivirlarini, iste bu elektronik oyuncaklarini tasidiklari klasor gibi ikinci cantalari.

Hadi biz kadinlar tum bunlari cantada tasiyabiliyoruz, ya erkekler napsin?
Bir ofis boyumuz vardi. Muhtelif tum aletleri belindeki kemere dizmisti. Sirket telefonu, kisisel telefon, pager, PDA, anahtarlari... yuruyen anten (walking antenna) adini takmisti mudurumuz Tony'e.

Bir de bunlari sync etmesi var birbiriyle. Mesela yeni tanistiginiz birinin telefonunu cell'inize kaydediyorsunuz da, PDA'de aradiginiz zaman yok. Ya da PDA'inizde olan bir bilgi aradiginiz zaman Balckberry'de olmadigini goruyorsunuz.

Hayalimde soyle ufacik minik bir alet var tum bunlari birlestiren. Simdilik beklemedeyiz ama eminim cok zaman gecmeden bu da cikar.

4 Aralık 2005 Pazar

Iste O Kucuk Minik Anahtar

2004'nin temmuz ayiydi. Henuz TR'den tatilden gelmis, birbiri ardina gelen projelere yetismeye calisiyordum. Musterileri etkilememek icin projenin ilk safhasi gunduz, ikinci safhasi ertesi gunun gecesi oluyor bizde. Sabah 5:00-6:00AM gibi biten projeden 10 gun sonra farkedildi ki, server'lardan ikisinin anahtar prozisyonu secure degil. Yani disardan birisi maintenance mode'una girebilir ki, bu da guvenlik acisindan tehlikeli. Yapilmasi gereken sey, uzerindeki anahtari saat yonunde dikey pozisyona getirmek.

Isguzarlik bu ya, o gun sabah "once dedim eve yakin ofise gideyim bu sorunu halledeyim, sonra kendi ofisime giderim". Ise gittim, teknisyenlerden birisi backup'lari aliyor. Proje bitmis ve ilk backup henuz yapiliyor. Birgun onceki haftalik toplantida backup'lardan sorumlu manager'i uyarmistim, backup'lari almayi ihmal etmeyin diye. Neyse ofisteyim anahtari 2 tik'la secure pozisyona getirecegim ya, once sundan basliyim diye makinalardan birini gozume kestirdim. Gittim, cevirdim anahtari sonra iceriye geldim, o sirada bizim teknisyen dedi ki "ben de backup'i o senin anahtari cevirdigin makina baslattim". "Tamam iyi ben anahtari guvenli konuma getirdim sadece" dedim. Sonra diger makinaya gittim onu da cevirdim iceriye geldim, cantami alip cikacagim. Is bu kadar basit aslinda. Ama o da ne... Anthony dedi ki, "backup window kayboldu", gittik baktik ki meger 2 makinayi da ben secure mode'a getireyim derken shutdown etmisim. Aman Allah'im dunya basima yikildi ama icimden pozitif bir ses, "tamam en kotu ihtimal simdi reboot olur, makina ayaga kalkar" diye de kendime telkin ediyorum.

Makinalari simdi secure mode'a getirdim ama birisi reboot olmuyor, cunku gracefully shutdown olmadigindan uzerindeki data corrupt olmus. Simdi bu durumun Turkcesi soyle, makina incelikle kapatilmadigi icin database ve isletim sisteminde halihazirda memory ve cache'de olan transaction'lar disk'e yazilamamis (pek Turkce olmadi ama her terimin Turkcesini bulmak zor). Eee ne olacak, Motorola'ya haber verdik hemen. Malum kendileri bizim vendor'imiz olup aramizdaki anlasmaya gore sorunu cozmeleri lazim.

Adamlarin ilk sorduklari "upgrade'den sonra backup aldiniz mi". "Bugun ben tam da o makinayi backupliyordum ama bu gorunmez kaza oldu kem kum....". Bu Anthony'nin cevabi.
Bridge'ler acildi, conference call'lar devam ediyor Tanrim bu makina bir turlu ayaga kalkmiyor. Kendimi acayip suclu hissediyorum. Yemeden icmeden kesildim, napacagimi bilmiyorum. Eve gidiyorum call'dayim, gece uyuyacagim hala devam ediyor bridge. Sabah kalkiyorum durum bilgisi almak icin, elim varmaya varmaya telefonu ceviriyorum, iiihhh hala kotu durumdayiz. Ve 3. gunun sonunda makina ayaga kalkti, ustundeki data, binbir turlu takla atilarak kurtarildi. Tabii 3 gun boyunca islemesi gereken workorder'lar, process'ler, datafill'ler durdu, diger gruplar kizgin ne zaman bu alet calismaya baslayacak diye sorup duruyor. Yani 3 gun boyunca dunya benim icin ters dondu, gittim geldim, dersimi aldim.....

Simdi ne zaman keyswitch cevrilecek olsa binbir dikkat, gozlerimi acip, elime resimleri alip, tek tek ne kadar hangi yone cevirecegimi sayip yapiyorum. Bu aletler bu kadar hassas yani. Ya da ben hardware konusunda o kadar tedirginim.

Minik bir anahtarin basima actigi dert sonucunda bazi prosedurlerimizi gozden gecirip, diger gruplari da uyardik backup'lari proje ertesinde hemen almalari konsunda filan. Ama dersini almayan, ya da isini ciddiye almayan ya da yapma dedigin zamanda ustuste backup alan arkadaslar hala mevcut. Dun de -yine proje ortasindayim da, hem de hemen Almanya seyahati sonrasi- backup alinmamasi gerekirken (ozellikle belirtilmesine ragmen) teknisyen arkadas database backup'i alinca bir tam gun boyunca makinaya yuklenen tum yeni data silinip bizi sabah 8'den aksam 7'ye kadar bu sorunu cozmek icin telefona ve bilgisayara bagladi. En sonunda sorun cozuldu, olan benim hesapta bos kalacagini umdugum gune oldu :(

Siz siz olun backup'siz kalmayin, data'nizi yedekleyin. Bilmedigiz anahtarlari da kurcalamayin.

3 Aralık 2005 Cumartesi

Almanya Gezi Notlarina Devam


Almanya hakkinda birkac ilginc buldugum seyi daha yazmak istedim blog'a.
  • Cocuk nufusunun 12 milyon olmasina karsilik yasli nufusu 18 milyon. Ulkenin toplam nufusu 82 milyon. Emekli yasli nufusu genclestirmek icin cocuk parasi, anneye dogum izni gibi konularda tesvikler saglaniyor ama bundan Almanlardan cok, gocmenler yararlaniyor gibi. Ailenin kazancina gore 150Euro baz olmak uzere 550 Euro'ya kadar gidiyor sanirim bu yardim ilk 2 yil. Veya bir cocuk yuvada ise, 2. cocuk bedava gibi.
  • Almanya'da kiralik ev tuttugunuzda ya da ev satin aldiginizda, mutfaginda dolap, tezgah gibi hic demirbas esya olmuyor. Eski evinizden kendi mutfak kabinetlerinizi, tezgahinizi, lavabonuzu getireceksiniz ya da satin alacaksiniz.
  • Soz mutfaktan acilinca cop konusunu hatirladim. Plastik, sise, kagit, organik ve organik olmayanlar olmak uzere coplerinizi ayirmaniz gerekiyor. Yemek artiklarini, diger coplerle karistirip atamiyorsunuz. Apartmanlarda organik ve organik olmayanlara pek dikkat edilmiyor ama mustakil evde yasiyorsaniz dikkatli olmak lazim. Gene sise, plastik ve kagitlari belirli yerlerdeki konteynerlara atmak lazim. Aksam saat 7'den sonra plastik ve siseleri atmak yasakti mesela bizim kaldigimiz yerde. Sebebi de ses olmasinmis.
  • Mesela trenle yolculuk ediyorsunuz. 5'li kombine bilet satiliyor tek bilet fiyatina. Amac ailece seyahati arttirmak mi anlamadim?
  • Eger evinizde kopeginiz varsa onun icin yasam vergisi oduyorsunuz. Sanirim cevreyi kirletmesinden dolayi bu vergi olayi. Baliklar ve kuslar bedava:)
  • Kis gelmeden once kar lastigi takmak sart.
  • Saglik, egitim, emeklilik gibi temel konularda sosyal devlet anlasiyi degisiyor. Emeklilik yasi erkeklerde 67, kadinlarda 65. Daha ne kadar bu sosyal duzeni surdurur bilinmez ama gorunen o ki, issizlik sigortasi artik her calismaya odeme yapmiyor. Saati 1Euro'luk islere gonderiyor ya da araci sirketler vasitasiyla size is bulmayi sagliyor.
  • En buyuk gocmen azinlik Turkler ancak eski Sovyet etnikli cok kisi Dogu Almanya'nin Bati'ya katilimindan sonra goze gorunur olcude nufusta farkediliyor. Hatta bazi urunler Almanca ve Rusca yazilmisti.
  • Pazarlari acik yer bulmak imkansiz, nobetci eczaneden baska.
  • Kurallar ulkesi Almanya'da ozgurlugu hissetmenin en guzel yeri otobanlar. Hiz siniri yok zira.
  • 2. Dunya savasinda bu kadar yerle bir edilen bir ulkede, gene de hic azimsanmayacak olcude tarihi yerler var.
  • Artik Almanya benim icin cikolata, bira, patates ve satolar ulkesi simgesi.

1 Aralık 2005 Perşembe

2005 Almanya Gezisi

Almanya herkesin hayatinda soyle ya da boyle vardir. Aileden birilerinin orada yasayan akrabalari, yakinlari ya da tanidiklari vardir mutlaka degil mi? Berlin, Frankfurt, Koln, Dusseldorf, Munich, Hamburg hep bilinen sehirlerdir yasamimizda ve herhalde bir ulkeye ait, bu kadar cok bilinen baska ulke sehirleri de yoktur kanimca.

Biz ilk ciddi Almanya gezimizi 98'de Munich tarafina yaptik. Aman Tanrim o da ne, Munich hic beklemedigimiz kadar tarihi ve romantik geldi bize. Hele bir de 110 km uzaktaki Neuswanstein satosuna gittik ki, gercekten mimarisi ve atmosferiyle buyuledi bizi. Disney'in satosunun bu saraydan esinlendigini soylemek lazim bu arada.

Her yil Christmas'dan bir ay once Avrupa sehirlerinde ve buyuk kasabalarda Xmas marketi kuruluyor. Almancasi Weihnachtsmarkt, yani Noel Panayiri gibi birsey. Xmas oncesi insanlarin sevdiklerine hedilere aldiklari, aksamlari , hafta sonlari sosyallestikleri, cocuklarin atli karincalara bindigi bir cesit festival. Slovakya'da ve Cek Cumhuriyeti'nde loksa'ya sarili kaz cigeri (bir cesit durum), Almanya'da bratwurtz sosislerinden yemek sart. Yaninda sicacik, karanfil ve tarcin kokan kirmizi sarap (Gluhwein) olacak tabii. Kirmizi sarap agir gelirse, sicak beyaz sarap da olur, nasil isterseniz. Krep severseniz her cesitinden o da var, ya da benim gibi pamuk helva canavarlari icin tam bir festival. Eger bir restauranta gidilirse de her yemekte degisik Alman biralari denemek sart. Gercekten alkol tadini aldiginiz ama sizi rahatsiz etmedigi gibi yumusacik mideye iniveriyor. Viyana usulu snitzel,hindi,cordon blue, muhtelif av hayvanlari yemekleri ve mutlaka her yemek oncesi icilecek corba bizim standart menumuz oldu. Bir de Alman mutfaginin ne ozelligi var derler. Her yemekte servis edilen o patates kizartmalarinin lezzetini ben baska yerde bulamadim. Bir de firin urunleri tabii. Allah'im bu kadar lezzetli pastalar, kremalar nerde var? Zaten sahne denilen krema, nerdeyse su kadar yasamin icine girmis. Hersey sahne'li ya da sahne'yle yapiliyor.

Yedik, ictik ama hakikaten tadini alarak, hakkini vererek yedik ictik. Sonra gezdik gorduk, biraz kosturmaca, biraz gec kalarak, biraz az kalarak bunlari da yaptik. Nerelere mi gittik?

Fulda
Ilk durak Fuldaydi. Barok sehri diye geciyor. 80bin nufuslu guzel bir kasaba. Old town'da kucuk dar sokaklar, minik kafeteryalar ve restaurantlar var. Irili ufakli alisveris dukkanlari ve her yerde mutlaka olan Tschibo, Kaufhof, Karlstadt, C&A gibi department store'lar. Sehirde buyukce bir saray, katedral, itfaiye muzesi gibi tarihi ve turistik yerleri gezdik.



Frankfurt
Sonra Frankfurt'a gittik. Ben subway sistemi bu kadar karisik baska bir sehir gormedim. Bir yerden bir yere giderken yon bulmak imkansiz. Yon bulsaniz hangi tren oldugunu anlamak zor. Siz iyisi mi orada mutlaka birilerine sorun bizim yaptigimiz gibi. Avrupa'nin finans sehri olmasi itibariyle pek cekiciligi yok. Manhattanvarimsi bir sehir merkezi, Main nehrine dogru
inerken kurulmus uzun buyuk bir Xmas market, her yerde kulaginiza calinan Turkce kelimeler simdi gozumde canlanan sehir resmi oldu.

Heidelberg
Heidelberg mutlaka gezilmesi gereken bir sehir.Bir universite sehri Boston gibi. Almanya'nin yasli nufusu burada birden genclesiyor. Bisikletli gencler, sik sik rastladigimiz internet kafeler, sehir icinde birimleri olan universite bolumleri ve sehre tepeden bakan o muhtesem saray.Mesut Yilmaz'in burada ogretim gorevlisi oldugunu soyleyip minik bir magazin haberi geceyim :) Uzun ama oldukca uzun bir ana caddesi var. Zaten adi da Hauptstrasse, ana cadde. Tipik bir Alman yemegi icin ideal bir cadde. Gene her sehirde oldugu gibi kurulmus Xmas marketimiz, sicak sarap ve sosisleriyle icimizi isitiyor ama nafile yerimiz yok bu defa. O kadar corba, snitzel ve fondue'den sonra ancak kahve icin biraz yer aciyoruz midelerimizde. Biraz yuruyup adim basi rastlanabilecek Tschibo'ya giriyoruz. Yeni ozel cikolatasini da deniyoruz orda. Guzel ama cok da ozel gelmedi. Icindeki kakao oranina gore yuzdelemisler cikolatalari. Prag'daki Charles Bridge'i ornek alan, sehri ikiye ayirip baglayan koprunun ustunden her iki yakaya da bakiyoruz. Gene geceye kaldik, hava soguk 4C'lerde ama bu manzarayi da bulmak mumkun degil diye doya doya icimize cekiyoruz.

Wurzburg
Wurzburg baska bir gunun duragi oldu. Burasi 1300'lerden beri kurulu muhtesem bir sehir. Sehre yukardan bakan bir saray, kale duvari, sehir icinde old town'daki kilise ve katedral ve tam bunlarin ortasindaki Xmas market insani hemen sariveriyor. Uzun bir alisveris caddesi var. Buradan ara sokaklarda kaybolursaniz minik butiklere, Alman pub'larina rastlamak mumkun. Icinden nehir gecen ve bir tarafinda hayatin capcanli aktigi diger tarafinda sakinligin, huzurun
yasandigin hemen her Avrupa sehrindeki gibi Wurzburg da iki kisimdan olusuyor. Nehri birbirine baglayan o koprunun basindaki kafeye oturduk once. Muhtesem bir gece manzarasi vardi ama fikir degistirip 10 mt otedeki kafeye gecince cantami kaybettigimi farkettim. Tam da kahveler gelmis, ilk yudumu almak uzereydik ki bizde bir panik. Nasil ve nerede birakirim cantami? Bir acele, kosturmaca icinde sehri bu defa alaca, bulaca hizli cekimde gordum. Insanlar old town'a dogru yuruyor, cocuklar atli karincalara biniyor, yol kenarindaki imbiss'lerde ayakustu karnini doyurmaya calisanlar ya da eldivenleri ve sapkalari altinda agir agir evlerine dogru yuruyen yaslilar ve yukarda 700 yildan beri sehre bakan saray beni busbutun rahatsiz ediyor. Bir an once kirmizi cantami bulma telasindayim. Neyse, ilk oturdugumuz kafede, oglanin arkasindan aceleyle cikarken arkamda biraktigim cantami, garson kiz benim arkamdan almis. Hayatimi kurtardin diye tesekkur ederken bir an once evde olmak istiyorum.

Wurzburg'da buyuk bir Amerikan ussu var. Sehre girerken muhtelif yerlerde tabelalarini gormek mumkun. Malum Amerikalilar gittikleri her yere, kendilerini rahat hissettirecek seyleri de goturuyorlar. Walmart bile vardi dusunun gerisini...

Aachen & Koln
Bu yil 3cm'lik kara teslim olunca Almanya, planlayip hatta yola cikip geri dondugumuz Koln, Aachen gezisini yapamadik. Gecen yil bir gun Koln'u diger gun de Aachen'i gezmistik. Bize evlerini ve yureklerini acan sevgili Kesdogan ailesinin misafirperverligini, yemeklerini ve gezi rehberligini unutmak mumkun degil. Aachen kivrimli sokaklari ve her yerden tarih akan gorunumuyle beni cok etkilemisti. Sirin bir Alman sehri kesinlikle. Koln oldukca buyuk bunun yanisira. Trenden inince buyuk bir dom bekliyor karsida sizi. Gecen yil restore ediliyordu. Eteklerindeki Xmas market'te saraplarimizi icerken, etrafta Irak savasini, Israil'in Filistinlilere uyguladigi baskiyi protesto eden gostericileri izledik. Koln'den gecen nehre dogru yururken, sanirim cumartesi gunuydu ki bir konser vardi ustunden yurumemize izin vermedikleri yolun hemen altindaki salonda. Bina insaa edilirken, ustundeki yolda yuruyenlerin akustugi bozacagi hesabedilemedginden, simdi her konser oldugunda ustunden gecen insanlara yolu biraz degistiriliyor.Nehre parelel yuruyup bir cikolata muzesini gezdik gecen yil. Ana maddesi kakao cekirdegi olan bu muthis yiyecek kazanlarda seker, yag ile karistirilip, pisirildikten sonra paketleniyor. Her adimin nasil gerceklestigini gercek cikolata ureterek gosteren bu yer, muzeden ziyade fabrika gibiydi. Lindt'in Alman bir firmayla birlesmesinden sonra uretimini Aachen yakinlarinda bir yere tasidigini ve bir outlet magazasi actigini gorunce tonlarca cikolata almak icin durdugumuzu soylemeden olmaz.Ulkede kac cesit cikolata var Allah bilir. Simdi Noel zamani da, Santa Claus kirmizi giysili ambalajinin icinden "ye beni" diye gulumsuyor.

Almanlar icin "kopekleri cocuklardan daha cok severler" ifadesini kullanmis seyahat kitabimiz. En ufak bir cocuk aglamasinda ya da mizlanmasinda, nemrut Alman bakislara maruz kalacaginizdan supheniz olmasin. Belki biz Amerika'daki insanlarin guler yuzlulugune ve sicakkanliligina alistik ama cocukla beklediginiz kuyrukta ya da 100 basamaga varan Koln'deki katedrale cocuk arabasiyla cikmanin ne kadar zor oldugunu bilmem anlatabildim mi? Cogu merdivenli yerde rampa, yuruyen merdiven ya da asansor yok. Cocuk ya yuruyecek ya da arabasini sirtlanacaksiniz.Rest'lardaki cocuk menuleri ya da kitapcilarda cocuklari oyalayacak tren gibi icinde oynayabilecek yerler mevcut. Hatta C&A'da kaydirak bile vardi.

Iste boyle ... Bir Avrupa nefesi aldik geldik. Her gezi sonrasi gibi oradaki yasadiklarimiz, gezdigimiz gordugumuz yerler, konustugumuz insanlar birkac gun beynimizde gidip gelecek, aldigimiz tadlari birkac gun daha yasamaya devam edecek, sonrasi ise anilarda, resimlerde yerini alacak.