17 Aralık 2008 Çarşamba

HuLu

TV izlerim ben, her aksam cocuklar yattiktan sonra varsa dizilerimden biri, yoksa kayit edilmislerden bir film, belgesel, late nite show, haber programi filan... 1 saat kadar kafami bosaltirim. En cok ABC'nin dizilerine takiliyorum, NBC'de Lipstick Jungle, Fox'da da Prison Break sardi bu sezon. Izlediklerimi saysam -ohooo o kadar cok ki- TV junkie sanirsiniz ama kayit edip sonradan baktigim icin reklamlar yok olmus, harika. Ya da kacirdigim , Burak'la cakisan bir program varsa iste o zaman kanallarin web sayfasina bakiyordum yakin zamana kadar.

Sonra Hulu diye bir web sayfasini ogrendim. Guzel, harika, nefis, ne demeli yok yok. Oyle baska web sayfalarindan filan indirmeden size TV, movie portal yapmislar desem kafi olur mu olmaz. O zaman hemen hulu'ya bakin. Elde her zaman Netflix'den gelen DVD olmuyor, ya da pay per view'de ilginc bir film yoksa iste hulu var sec filmi, diziyi, gec bilgisayar karsina. Baktim da epeyce guzel film secenegi var. Ustelik free ve de legal. Bilgisayar olmaz derseniz o zaman TV'ye baglamak lazim ki benim icin uzun is.

Bu aralar diziler tatile giriyor holiday diye. O zaman elde ne var; Netflix, Hulu ya da Pay Per View.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Me Time in MoMA

Gecen hafta persembeyi izin alip gunumu Manhattan'da gecirmek uzere planladim. MoMA yeni yerine tasindigindan beri gitmemistim, Van Gogh'un sergisi de olunca atladim trene Grand Central'dayim.

Holiday sezonu icin Grand Central'daki cikisa yakin salonda gene sergiler kurulmus. Hepsi o kadar zevkli, ince ve ozenle tasarlanmis ki; takilar, cocuklara kiyafetler, bayanlara sallar, pasminalar, ev aksesuarlari bakip bakip basa donup dolasiyorum. Ogle vakti oralarda oldugumdan yemek istahimi MoMA'ya sakliyorum, sanki Mine bana oranin kafeteryasi iyi demisti gibi aklimda kalmis. Neyse giriste biletimi alip daha dogrusu elinde fazla bileti olan bir kizin teklifiyle bileti ondan alip yukari cikiyorum.

Kafeterya da Van Gogh da 2. katta. Bir de time ticket almak gerekiyormus saat kacta katilacaksan ona gore gruplamislar insanlari. Benimki 2:30'da, tamam diyorum vaktim var, kafeteryada siraya giriyorum, zira oldukca kalabalik. Ya menu cok istah acici ya da benim karnim cok ac. Ama diyebilirim ki MoMA'nin yemekleri gercekten gurme lezzetinde. Yemek ustune kahve de iyi gider deyip sonra sergiyi geziyorum.

6. katta Miro'nun sergisi var. Orayi da geziyorum cok hosuma gidiyor. Son zamanlardaki sanat hevesimiz Soho'daki galerileri oglana gostermek ve sonrasinda kendimizi Bleecker Street'e atmak seklindeydi. Ama MoMA buyuklugu, gezilebilirligi, bogucu olmayan atmosferiyle benim cok hosuma gitti. Hani bir muzeye girip de gez Allah gez hala ancak onda birini tamamlarsin ya oyle degil burasi. Cocuklu aileleri gorunce mutlu oluyorum. Asagida heykelli bahcesi var, baharda ve yazin cok guzel olur eminim. Bu mevsimde bile cok hostu. 5. katta fotograf sergisi var tam girecektim ki telefon caliyor, kizin atesi cikmis, eve donuyorum. Oysa aksam icin de harika planlarimiz vardi uzun zamandir gorusemedigim arkadasimla. Bir dahaki sefere deyip 5. caddeden asagi yuruyorum...

25 Kasım 2008 Salı

Cantamdakiler


Minecigim sobeleyince acip baktim ben de cantama. Kucukken ben annemin cantasini merak ederdim cok, simdilerde cocuklar. Ozellikle Erin gelip gelip aciyor, cuzdandaki resimlere bakmaya bayiliyor. Bazen cantam mutfak lavabosu gibi, ne bulursam atiyorum icine. Icindekileri cikarip fotografini cekemedim ama daha onceden cekilmis resmi ilistirdim yukariya.

Bende ne mi var:
Cuzdan. Vazgecilmez kirmizi cuzdanim.
iPod, olmazsa olmaz.
Cep telefonum.
Bir tutam dolusu anahtar, ev, is, araba, ofisteki dolabimin, posta kutusunun...
Kucuk not defterim, hatta ikiciyi de tasiyorum artik.
Bir zarf ve icinde kendimce onemli olabilecegini dusundugum seyler. Eh burasi biraz sir olsun artik :)
Ilac kutusu. Migren icin yanimda hep 2-3 adet ilac tasiyorum.
Kagit mendil. Mumkunse illa Selpak olsun.
Islak mendil.
Cocuklardan kalirsa tukenmez kalem.
Minik sisede parfum ve dudak parlaticisi.
El kremi ve dudak nemlendiricisi. Baskaca da kozmetik malzemem yokmus.
Duruma gore, seyahat ya da uzun yolculuklarda kitap, dergi gibi okunacak birseyler ile yiyecek meyve, cukulata, gofret gibi seyleri de tikistiririm.

Bu kadar !!
Himm kimi sobelesem... Yildiz'i ve Arzu'yu desem, paylasirlar mi acaba cantalarinin icindekileri bizle?

19 Kasım 2008 Çarşamba

Outliers NYT'da

Dun Malcolm Gladwell'in kitabiyla ilgili NYT'da bir yazi vardi, buraya da link vereyim. Ayrica yazarin kendi web sitesindeki link'i de kopyaliyorum. Time'da da yazisi var. Anlasilan yazarimiz medyada.

15 Kasım 2008 Cumartesi

Mektup

Sevgili Arkadasim,

Konusamadik cuma gunu, ben de sana mektup yazayim dedim. Buralari sormussun email'inde, anlatayim o zaman. Amerika uzun zamandir siyah-beyaz aslinda. Aylar gecti, mevsimler degisti renkler sonbaharda kizilin en guzelinden yesilin sarinin en canlisina kadar hepsini yasadi ama ekim yapacagini yapti siyah-beyaz Amerika hepden karardi, hepimizin icini daraltti. Hani TR'deki haberleri okuyup TV'yi izleyince kaniksarsin ya olan-biteni, simdilerde gecen ilk panik havasindan sonra biz de alisir olduk. Gerci biz Turkler alisigiz enflasyon-devaluasyon-tensikat-kriz durumlarina ama gene de demek ki biz de buralara alismaya baslamisiz ki aramizda bile epeyce tantana yapiyoruz.

Buradaki adamlar siyaset, ekonomi konusmaz saniyorduk kendi aralarinda, megersem kriz cikmasini bekliyormus herkes. Eee basini sokacak evinin yaninda bir de tutup Florida'dan da almaya kalkarsan temeli bile atilmayan townhouse'lari yandi gulum keten helva. 2001'de araba reklamlarinda "keep rolling Amerika"'ydi slogan. 2008'de henuz krizden cikacak ne bir formul ne bir slogan var. Dur daha bunun ne kadar derine inecegi de bilinmiyor. Tabii Amerika hasta olur da dunyaya bulasmaz mi? Ingiltere, Almanya hepsi patir patir dokuluyor. Sen de biliyorsun G20 toplaniyordu bu hafta sonu, bakalim ne cozumler bulacaklar kendi aralarinda. Eleman cikarmayan, eleman alimini durdurmayan, kemer sikmayan sirket yok artik. Bunlarin da sagi solu belli degil ki anacim, dune kadar butcede su kadar fazla paramiz var, ne alalim arkadaslar derken patron, simdilerde aman kullanmadiginiz yerlerdeki elektrigi kapatin diye bangir bangir bagiriyorlar. Ama durum fena, hem de cok derin ve iyilesmesi daha uzun zaman alacak bu defa.


Ogrenci oldugumuz yillarda M. eniste, "ne guzel ogrencisin paran da yok derdin de yok derdi". Hakikaten kus kadar hafifmisiz ama coluk-cocuk, ev, is, guc, hayat, mayat derken meger ne kadar da buyumusuz de o zamanlardaki anne babaminizin yerine gecmisiz artik. Cok sukur sagligimiz iyi ya, biz iyiyiz ya bunlar da gelip gececek elbet. Ama bazilarimizi delip de geciyor uzucu olan o.

Sen nasilsin, cocuklar nasil? Demek buraya yazdigim kitaplari okuyorsun, cok sevindim. Yakin olsaydik da konussaydik uzun uzun. Senin de okudugun kitaplari bilmek isterim. Aslinda yaz-a-madigim ama ilgilenecegini dusundugum baska kitaplar da var aklimda. Bir zaman fukaraligini dustuk ki sorma. Cogu zaman bunu dusunuyorum gercekten zaman yok mu diye, istenirse ... ulasmak istenirse bir telefon uzakliginda ya da bir email atiminda olmak bile mumkun olamiyor mu? Hayati iskalamadan yasamak biraz ustalik istiyor galiba. Ogreniyoruz iste...

2 hafta sonra Sukran gunu geliyor, sonrasinda da Noel. Bu donem biz daha rahatiz, pek proje filan olmuyor ama bu hafta hic dusunmeden 3 gece ardarda bir is planlamisim ki canim sikildi. Neyse Allahtan uzun vakit almayacak umuyorum. Hafta sonlari ise bir kosturmaca ve herseye yetisme istegiyle geciyor vakit. Cogunlukla miniklere gore program yapip buyumelerinin keyfini yasamaya calisiyoruz. Arada kalan zamanlarda da hayal kurup, yapamadiklarimizi planlamaya calisiyoruz :) Gecenlerde kapali alanda tirmanma yapilan bir yere gittik. Ben bayildim ama dusundugumden daha zormus. Henuz tirmanma yapmadim ama niyetim var. Tenis icin havalar sogudu artik. Disarda olmanin keyfi bambaska yine de. O cinar agaclarini gormelisin arkadasim. Bizim mutfak tarafi arka ormana bakiyor ve ormanda da cogunlukla cinar agaci var. Nasil da renkler kizardi, sarardi. Simdilerde hepsi yapraklarini doktu sayilir, deck'teki cicekleri ve yazlik esyalari kaldirdim gecen hafta. Burada her mevsimin ayri cicegi var. Yaz geliyor petunyalar, papatyalar, sardunyalar ekiliyor saksilara, sonbaharda kasimpatlari, yilbasi zamani o kirmizi cicek (adini bilmiyorum) aliniyor evin icine. Ben mevsim mevsim cicek falan yapamiyorum. Ilk geldigimde cok sasirmistim ne boyle bu, yazliklari cikar, kisliklari kaldir misali... Yan komsum Lisa, nisanda gider saksilari doldurur, eylulde soker otekileri eker, kis gelince kisliklari koyardi. Simdi Lisa'nin evinde 3 ev sahibi degistikten sonra Tayvanli bir aile var. Deck dedigimiz buyuk balkon dusun, yandaki iki ev disinda kimse de gormuyor, tuttu ip serdi boydan boya yikadigi camasirlari asmak icin. Buralara gore pek bir garip canim!! Hergun camasir yikiyor 2 makina en az, hala biraz ilik havayi bulsa asiyor iplerine. Diger yan komsumun cok tatli 2 kizi var. Kucugu benim buyugumle iyi anlasiyor. Bakmisim kapiyi calmis bize geliyor haftada 3-5 kere, cat kapi misali cok da hosuma gidiyor. Buyuyunce asci olmak istiyormus. Bazen yemek yaparken yanimda duruyor ama o kadar zipir zipir ki, benim sakin oglum da bu siralar ona uyup koltuklardan masalarin ustune cikmaya basladi.

Ne cok uzattim degil mi? Ha Sukran gunu dememin bir neden vardi az once. Sukran gunu ertesi Black Friday diyorlar burada cilgin bir alisveris furyasini tesvik eden, birkac saatligine buyukce indirimlerin filan yapildigi Kara Cuma yani. Yok ben birsey almiyacagim. Cok kalabalik oluyormus, o sikintiya giremem. Ama parekende satiscilar icin beklenen gun, zira istatistikler pek bir fena... Ekimdeki satislar %2.8 dusmus, kasim ve araliktaki bayram alisverisinden biraz yuzleri guler umarim. Eskiden bu ne cilginlik boyle derdim ama bir yandan da su var. Gereginden fazla tuketime hala karsiyim da, eger isin yoksa evine temizlikci da almiyorsun, cocugunu yuvaya da gondermiyorsun. Disarda az yiyip dikkatli harcama yapar oluyorsun. Su 3 kalemde bile evine gelen kadin, yuva, yuvadaki ogretmenler, restaurant sektoru bir cirpida etkileniveriyor.

2 hafta once de cadilar bayramini kutladik. Bu yil pek bir sonuk gecti bana gore. Bilmem psikolojik mi yoksa aksam kendim disari seker toplamaya cikamadigimdan mi? Genelde oglan onde ben arkada kapi kapi gezip trick or treat derdik. Cocuklarin kostumlerini gormeye deger. Bizimki korsan oldu, babasi da savas ucagi pilotu. Ha o gun once okulda bir kutlama vardi. Bizim bayram torenlerini andirir gibi sokaklardan gecit toreni yaparaktan abi-abla siniflara gittiler. 2 bina arasindaki yoldan gecerken tum yolu polisler kesmis, kenarda devriye bekliyor, komsular kapi onunde cocuklari seyrediyor filan. Buranin seker bayrami dense az degildir. 1 yila yetecek kadar sekerleme birikti evde. Dogrusu bu ya, hic de sevmiyorum o tarz seyleri. Cogunu attim bile.

Kisa keseyim derken uzayip gidiyor. Hadi kactim artik. Arasiriz gene kuzu. Optum seni ve biciriklari.
Auf widersehen :)

14 Kasım 2008 Cuma

"She is a little off"


Bugun radyoda otizmle ilgili bir program dinliyorum. Cocugu olan herkesi bir defa sarsiyor acaba olabilir mi diye. Arabalari yanyana mi diziyor, hep ayni kelimeleri mi tekrarlamak istiyor, sarilmaktan opulmekten temastan hoslanmiyor mu diye gidiyor liste. Ve her asi zamani geldiginde, ben icimde tonlarca kere tartisip doktora da endiselerimi soyleyip bir yol izliyorum kendimce. Grip asisinda thiomersol (civa) vardi yakin zamana kadar ama Artun'un asini bu yil yaptirmayacagim deyince, artik cikarildi dedi doktoru. MMR da ayni sekilde fena halde kafami bulandiriyor. Ozellikle bu asinin sonucunda otizm vakalarinda artis olduguna dair ailelerin inanci cok yuksek.

Yuksek de... Her konuda oldugu gibi radyodaki konuklardan biri -ki adam PA Universitesinde profesor- bilimsel olarak yapilan arastirmalarda asi yapilan cocuklar ile yapilmayanlar arasinda bir fark olmadigini soyluyor. Diger konuk, ailelerle calisan, hem klinik olarak doktorluk yapan hem de otizmle ilgili bir kurulusun direktoru, tam da bu bilimsel verileri savunur gelmedi aciklamalarinda.

20-30 yil oncesinde cok seyrek olarak gorulurken, yandaki grafige bakin artis oranini gormek icin. Prof adam diyor ki, "eskiden otizmin tanisi ve tanimi farkliydi, ayrica istatistik toplama da bu kadar basarili degildi". Simdilerde her 160 cocuktan 1'inin otistik oldugu istatistigi var. Ne kadar endise verici degil mi? Ve bunun 4'de 3 de erkek cocuklar.

Gecenlerde Business Week'de vardi BitTorrent'in kurucusu olan Cohen'in Asberger'li oldugunu hakkinda. Dun aksamki Grey's Anatomy'de Asberger sendromlu bir kalp cerrahi vardi . "She is a little off" dedi hastane bashekimi yeni gelecek doktoru tanitirken. Arada boyle karakterlerin katilmasi iyi oluyor bazi konulara dikkat cekmek acisindan aslinda.

Ama baska birsey de su ki benim dikkatimi ceken, TR'de benim etrafimda hemen hemen ne duydugum, ne gordugum otistik cocuk var. Burada hemen aklima is arkadasimin oglu ( terapi aliyor ), arkadasimin arkadasinin cocugu, bizim sitedeki o cocuk gibi dusunmeden sayiverecegim birkac isim geliveriyor. Daha cok batiya ve gelismis ulkelere mi ozel acaba?

PS: Yukardaki resim otistik yetiskinler tarafindan hazirlanmis.

13 Kasım 2008 Perşembe

NYT'den Bir Yazi

Sabah goz attigim gazetelerde egitimle ilgili kose yazilari varsa illa gozum kayar okurum. T. Friedman sik yaziyor bu konuda, bugun da N. Kristof yazmis. Soruyor, Amerika'nin buyuklugu nereden kaynaklaniyor diye. Piyasa ekonomisi mi, baskanlarinin kalitesi mi, insanlarin gayreti mi, dogal kaynaklarin bollugu mu? Hayir, tarih boyunca verdigi egitim sisteminden diyor yazar ve Obama'dan beklentilerini siraliyor.

Obama geliyor ama sirtinda kocaman bir yumurta kufesi var. Egitim, saglik, ekonomi, dis politika, yeni enerji kaynaklari yaratimi ... kolay degil tum bu alanlarda bir degisimi saglamak. Adamin yazisi bu linkte, okumaya deger.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Outliers: Malcolm Gladwell'in Yeni Kitabi

Ben de bu adam nerelerde diyordum -sanki haberim olmasi gerekirmiscesine-. New Yorker'da goremiyordum, blog'unu da aralikli guncelliyordu. Bir de baktim bugun cnn web sitesinde yeni kitabinin roportaji var. Yasasin dedim, cok heyecanlandim ve kitabini okumadan sizinle paylasayim istedim.

Bundan onceki her iki kitabi da sahane. Hem Blink, hem Tipping Point, ilgiyle, saskinlikla, merakla, tekrar tekrar, basa sarip sarip dinledigim kitaplar oldu. Once audio'sunu sonra baski kagitda kitaplarini aldik.

Kitap (Outliers: The Story of Success) "basarinin hikayesini" anlatiyormus. Outliers da teknik bir terim olup, normalin disinda kalanlari ifade etmek icin kullaniliyormus. Diyor ki roportajda, basari bir konu uzerinde en az 10bin saat emek sarfederek gelir ve o konuda son derece disiplinli, tutarli bir calisma gerektirir.

Burada (Amerika'da) sik sik Uzakdogulu gocmenlerin basarilarindan, okulda Japan, Cin, Hintli, Koreli cocuklarin Amerikali cocuklara gore test skorlarinin yuksekliginden bahsediliyor. Yazin bir kitap okumustum. Adi: Top of the Class (Sinifin en iyisi). Nedir bu cocuklari bu kadar basarili yapan diye aklimi kurcalamisti. Pek cogunun da cevabini buldum kitapta. Bazi acilardan bizden pek de farkli degiller Uzakdogulular. Mesela buyuklere saygi gosterme, toplumda hiyerarsik bir soz hakkinin olmasi filan. Hos artik bu kaldi mi tartisilir ama eminim o toplumlar da boyle bir degisimden geciyorlardir. Diyor ki, en akilli, en zeki olmayabilirsin, dogustan yetenekli de olamayabilirsin ama neye calisiyorsan, neyle ugrasiyorsan zaman ayir, disiplinli ol, sistematik bir calisma duzenin olsun ve bunu basarincaya kadar devam ettir. Tabii bu arada ailelere bir ton oneriler de veriliyor. Rol model olma, cocuklara kaldirabilecekleri sorumluluklari verme, bazi aktiviteleri birlikte yapma vs. gibi...

Roportajda bir yerde su dikkatimi cekti, 1990'larda Kore Havayollarinda cok ucak kazasi oluyormus. Kultur ile havayollari guveligi iliskisi icin ilgili yeri asagiya yapistirdim. Onemli olan gec olmadan farketmek ve ona iliskin bir proses gelistirmekse iste budur dogrusu.

F: You share a fascinating story about culture and airline safety.

G: Korean Air had more plane crashes than almost any other airline in the world for a period at the end of the 1990s. When we think of airline crashes, we think, Oh, they must have had old planes. They must have had badly trained pilots. No. What they were struggling with was a cultural legacy, that Korean culture is hierarchical. You are obliged to be deferential toward your elders and superiors in a way that would be unimaginable in the U.S.

But Boeing (BA, Fortune 500) and Airbus design modern, complex airplanes to be flown by two equals. That works beautifully in low-power-distance cultures [like the U.S., where hierarchies aren't as relevant]. But in cultures that have high power distance, it's very difficult.

I use the case study of a very famous plane crash in Guam of Korean Air. They're flying along, and they run into a little bit of trouble, the weather's bad. The pilot makes an error, and the co-pilot doesn't correct him. But once Korean Air figured out that their problem was cultural, they fixed it

Ha tabii basari ve mutluluk iliskisi uzerinde de bir iki sey soylemek gerekirse... Basari bana gore bir yerlerde CEO, VP hadi bilemedin iyi bir etiket sahibi olmak degil. Inandigin, sevdigin, tatmin buldugun alanda -ne olursa olsun- kendini iyi ifade edip onun sonucunu yasamak, verimini almak.

Adamin anlatiminda sevdigim sey, bilinen seyleri gene bilinen baska seylerle iliskilendirip aykiri bir sonuc cikartmasi. Yani iki bilinen bir denklemden yeni bir denklem yaratmasi. Neyse bakalim okuyunca ne dusundugumu yazarim bu kitap hakkinda. Amazon linkinde bir de minik video var, kitap hakkinda fikir vermesi acisindan izlenmeli bence.

6 Kasım 2008 Perşembe

DUNDEN ONCE...

Bugun aslinda son derece siradan birgun. Ama 2 gun oncesi degildi.

Bundan 21 ay kadar once Obama baskanlik icin adayligini acikladi.
Bundan 5 ay kadar once Hillary Clinton'a karsi baskanlik adayligini kazandi. Neydi o acceptence speech oyle...
Ve bundan 2 gun once 44. Amerikan Baskani olup, basarilamayacak sanilani basardi.

Ne kampanyanin arkasindaki taktikler, ne pazarlama basarisi, ne politikanin gucunden bahsedicem. Ne zaman adamin konusmalarini izlesem, dinlesem bana hep "kafana koydugun ne olursa olsun yapabilirsin, YES I CAN " demeyi hissettiriyor. Daha ne olsun...

3 Ekim 2008 Cuma

Destina ve Diger Kitaplar ...

Milliyet'teki roportajinda okudugum bugun Mine Kirikkanat yeni bir kitap yazmis. Bayilirim onun kitaplarina da, yazarligina da. Ilk Sinek Sarayi ile tanismistim ,sonrasinda ise cikan her kitabini okudum. Vatan'daki yazilarini gunluk takip etmiyorum, cunku Vatan'in sayfa sekli, yazarlara ulasim linkleri bir sekilde beni oraya sik ugramaktan vazgeciriyor, boyle olunca da biriktirip okuyorum.

Bu yaz TR'de kitap ve muzik CD'si alisveris etmeye hic zamanim olmadi. Eskiden Bagdat Caddesi'ndeki Nezih'e ugrardim, sonrasinda cok kirtasiye oldu dukkan -ki kirtasiyeliklere de ayricana bayilirim- ama kitaplari alt kata atmalarini hic icime sindiremedim. Erenkoy'deki D&R da oyle oldu. Aslinda en cok Kadikoy'un kitapcilarini severim. Hani o kosede buyukce bir kitapci ve muzikci vardi ya, Starbucks olmus simdi. Nebis'le orda bulustuk da gordum, icim burkuldu. Arkasindaki dukkanlara bakamadim bile... Kostur kostur bir acele icinde gecti Istanbul. Canakkale'deki Sevgi Kitabevi de kapandi dedi babam, ona da uzuldum.

Artik herseyi internetten alir olduk ama ben Turkce kitaplari, icine bakarak, on ve arka kapaklarini okuyarak, dokunarak, eski okuduklarimla iliskilendirerek almak istiyorum. Zaten tulumba'da aradigim ya olmuyor ya da beklemek gerekiyor, benim de hevesim kaciyor alana kadar.

Okul zamanlarinda Beyoglu'ndaki kitapcilara giderdik bir de cokca. En cok okunanlara goz atar, kitap sayfalarinda 5 dakikalik teneffusler verirdik hayattan.

Isin gercegi insan disarda olunca Turkce okumayi birakiyor ya da birakiyor demiyeyim ama ara veriyor, yavasliyor. Hava kapali gibi, cuma da olmus, bu serin gunlerde tam da okuma zamani.

PS: Var mi bir bilen iTunes gibi bir portal'dan Turkce muzik satin alabilecegim bir yer?

1 Ekim 2008 Çarşamba

Sabah Surprizi-2

Sonra bir de bu mevsimde, dedik Salzburg'a gidelim 9 eylul once. Galiba uzun bir hafta sonuydu, atladik arabaya gittik rezervasyonsuz, otel motel arastirmaksizin... En olmadi cevredeki gasthaus'lardan birinde kaliriz dedik. Aksam gun batarken sehirdeyiz, karnimiz da acikmis ama once otel bulalim dedik. Birkac yere sorduk doluyuz dediler. Hostel'de kalmayi gozumuz yemiyor ama ogrendik ki tek kisilik yer var. Gecelim dedik, gectik. Information'a gittik dediler ki bu hafta kultur festivali var her yer dolu, hic yer yok. Bari birimiz hostel'de uyusun deyip geri donduk ki orasi da kapilmis. Gece bastirmak uzere, etraftaki gausthaus'lar bile dolu. Dolastik dolastik ve artik pes edip bir otelin restaurant'inda karnimizi doyurup bari arabada uyuyalim dedik. Onumuzdeki manzarayi gormuyoruz ama sanki bir ciftlige bakiyor gibiydi... Arkasinin daga baktigi uygun bir park alani bulduk. Duruma bakilirsa baskalari da yer bulamamis, onlar da komsu park alaninda konakliyorlar. Gunduz hava ilik olmasina ragmen gece oyle bir soguk bastiriyor ki... Arabayi mutemadiyen calistirip, isinip, tekrar uyumaya calisiyoruz.

Sabah butun kaslarimiz tutulmus halde uyandik, disari ciktik ve aman Allahim o ne manzara oyle. Abartsiz sanki kartpostal... Onumuzde nefis bir gol, gunes karsidaki ufuk cizgisinden basini cikarmak uzere, arkamizda basi dumanli heybetli bir dag. Nasil da olaganustuydu o goruntu... Ve biz bu ucgenin icinden hic cikmak istemedik dogrusu. Maalesef oranin fotografi yok hafizamdaki resmi haric.

Sonra Salzburg'u gezdik gezdik gezdik ve cok da sevdik. Bir sehir bu kadar mi aristokrat olur, bu kadar mi asil, sade ve $ik durur.

Iste biz manzara kesfetmek istedigimizde hic konaklama rezervasyonu filan yaptirmiyoruz. Surpriz olsun :)

17 Eylül 2008 Çarşamba

Sabah Surprizi

Istedim ki biraz makyaj yapayim bloga. Ustteki banner'a bir fotograf ararken su yandaki resmi buldum bizim arsivde.

Sene 1999 ve biz Slovakya'dan arabayla bir geziye cikmisiz. Gidis Italyan ve Fransiz Riviera'sindan, donus Ispanya, Andorra ve Fransa kirsalindan. Pek cok yerde onceden rezervasyon yaptirmadan kaliyoruz. Andorra'dan girdik Fransa'ya, otobani tercih etmeksizin geziyoruz koy kasaba, dag bayir. Artik bir gun cok yorulduk ve gecenin bir karanliginda hadi bir otele gidelim dedik. Nerde oldugumuzun farkina bile varmadan su kasabada konaklayalim dedik. Sabah kalktik, kahvalti icin birseyler yiyecegiz ve derken arkami donmemle su fotograftaki asik olunacak manzara karsiladi bizi. Hala bu resme bakip, burasi Albi deyince aklima "bak iste hayat surprizlerle dolu" cagrisimi gelir.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Havaalaninda Bir Guzellik

Bu yil ucusumuzu KLM ile Amsterdam ustunden yaptik TR'ye. Cocuklarin atesli olmasindan dolayi hostes kabini ile koltugumuz arasinda mekik dokudugumdan, hostes bir ara; havaalaninda baby lounge'lar var dinlenirler biraz dedi. Amsterdam ustunden daha onceden de ucmuslugum var ama cocuksuz donemlerde dikkatimi sadece free shop'larla gurme dukkanlari cekiyordu, diger varolana bakmamisim bile.

Bulduk baby lounge'u ve yatirdik iki yavruyu da uykuya. Burasi fotograftaki gibi icinde 10 adet cibinlikli karyolasi olan, serin, uyku muzigi calan harika bir yer. Cocuk karyolalarinin yaninda anne-babanin oturmasi icin koltuk yapmislar, hatta basucuna da lamba koymuslar okuma durumunda icersi los olmasin diye. Bebeklerin altini degistirmek icin ozel bir bolum, ivir ziviri yikamak icin lavabolar, sut ve mama isitmak icin mikrodalga ile ailelere fazlasiyla hitabeden bir yer.

Yetmedi, dus mu almak istiyorsunuz ya da meditasyon yapip dua mi etmek istiyorsunuz ust katta ozel odalar yapmislar, girip sessiz sakin kafanizi dinleyip rahatlayabiliyorsunuz. Ya da ben kendimi cukulatalarin arasina gomup sonra da cikip parfum banyosu yapayim derseniz asagidaki ozel dukkanlara ugramaniz siddetle tavsiye olunur. O cukulata dukkaninin karsisindaki gurme dukkanina ise hic girmeyin. Himmm aklim hala o peynirlerde... Hatta minik bir sergi, cocuk oyun odasi, ozel VIP salonu ile havaalani dedigin iste boyle olur dedirten bir yer Schipol. Ola ki yolunuz duser aklinizda olsun.

5 Eylül 2008 Cuma

Etki Alani + Cekim Merkezi

Buraya dondukten sonra hep boyle oluyor. Dun aksam bizden sonra gelen bir arkadasla da konustum, o da ayni seyleri hissettigini soyledi. Donunce bir sure aklimiz orada kaliyor. Eh tabii cogunlugumuz Ege'de Akdeniz'de tatil de yaptigimizdan gel de arama tatil gunlerini, mavi sularda serinlemeyi, amacsizca kumsalda guneslenmeyi, cocuklarla kumdan kale yapmayi. Sonra Istanbul, Canakkale ya da baska guzergahlarda biraz daha tatil olmayan izin kismini yasayinca, midemiz balik ve kebaptan bikinca, trafikten illallah deyip, insan kalabaligindan sikilinca oradaki gercek yasama biraz daha yaklasinca donelim artik diyoruz.

Basta da dedigim gibi aklimiz bir sure orada kalip, sonra buradaki gerceklik var gucuyle bizi icine cekince, anladim ki; ilk hafta Turkiye'nin etki alaninda ama Amerika'nin cekim merkezindeyiz.



Var mi bu sarki gibisi... Sozlerinin bu kadar pesimistik olup, muzigini duyunca insanda oynama istegi uyandiran. Galiba TR'nin en guzel ozeti bu sarkida :)

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Dondukten Sonraki Ilk Gun

Tatilden donenler icin bir hap olsa mesela. Yuttuktan sonra mesela valizler acilmis, esyalar yikanmis, alisveris yapilmis, ev temizlenmis olsa. Saat farkindan dolayi 4'de uyanmasak, cocuklar hemen alismis olsa, canin kebap isteyip nerenin kunefesi guzeldi diye sormasak karnimiz acikinca. Sonra ise gidince uzak kalinan o surede ne olup bitmis surpriz olmasa, geldiginin aksamina proje koymamis olsalar, yuzlerce email'i okumak da gerekmese, patron senden o isi istememis olsa, ya da sen hemen bitirmis olsan.

Dun, sabahin erken bir saatinde yola cikarken su doktuler arkamizdan Istanbul'da. Ondan once Canakkale'de kirmizi tisortlu kiz nefes nefese tam otobus kalkacakken geldi, el salladi yuzunde yaslar kuruyarak. Canakkale'den once Bozcaada, Datca guzergahlarinda pistik, islandik, serinledik Ege'nin sularinda. Ondan da once cocuklar ates icinde ucmustuk buradan oraya.

Ve iste simdi hayal gibi gelirken orasi, oradayken sanki hic yokmus gibi hissediyorken burasini, buradayiz. Donduk, geldik, hayalmis gibi gorunen yerdeyiz artik. Tatil sonrasi adaptasyon icin bir hap yok ama biz birkac gun hapi yutmus hallerdeyiz.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Randy Pausch'tan Son Ders

Carnegie Mellon'da Bilgisayar Bilimlerinde Profesordu. Gecen hafta 47 yasinda pankreans kanserinden oldu. Ogrencilerine verdigi SON DERS isimli prezentasyonu, yasama dair oylesine anlamli mesajlar tasiyor ki, mutlaka izlemek lazim.


24 Temmuz 2008 Perşembe

Bu Yazin Trendleri

  • I for Iphone 3G - 3 kez 2 Apple dukkanina gidilir. Onumde en az 40-50 kisi vardi her defasinda. Hat almazsan telefon da yok.
  • B for Batman - Izlemedim amma cekimler nefismis.
  • B for BMW - 6 serisi yeni BMW'yi gordunuz mu? State of Art baska birsey degil. Muhendislik harikasi her urunu cok takdir ederim.
  • E for Economy - Durum kotu, hem de pek cok. Ardarda batan bankalar, ev piyasasi, issizlik artisi, artan petrol fiyatlari = Pek cok kotu Ekonomi
  • R for Recession - Hala resesyonda miyiz degil miyiz tartismasi yapiladursun, bal gibi resesyon yasaniyor iste. Bakiniz ust maddeye.
  • O for Obama - Change Change diye basimizin etini yiyedur. Baskan secilene kadar destekliyoruz, ondan sonra hesap sorucaz ona gore.
  • L for Lost - Tamam tamam bu gecen sezonun TV fenomeniydi ama sezonu yakalamak isteyenler icin gene de listeye girer dedim.
  • M for Mehmet Oz - Adam hiperaktif, her yerde valla. Oprah'da, Discovery'de, bizim burda seminerde, TR'de tekne gezisinde. Kitaplari da bestseller'de.
  • C for Coldplay - Yaz basi cikan yeni albumu guzel mi guzel.
  • A for Anjelina Jolie - Yeni dogan ikizlerle birlikte 6 cocuk + Brad = Daha ne olsun, showbiz seni Tanrica ilan etti bile.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Yaz Sicagi

Bu yaz Florida'ya benzedi buralar. Sicak, nem ve hoop ustune yagmur. Gene birkac gun gunes, sicak ve nem ... aman aman sikayetci degilim, sogugu nasil doya doya yasiyorsak kisin, yaz guzel geliyor sonrasinda bana. Sadece tek istegim hafta sonu sabahtan yagmur olmasin yerde.

Genelde pazar sabahlari Tony'le bulusup tenis oynuyoruz. 8'de ise gidemiyorum ama tenis olunca durum baska tabii. Tony'i zaten yillardir taniyoruz; ben, Burak bizim cocuklar. Her daim hal hatir sorar, cok kibar ve nazik olmasinin otesinde, politika ve gundemle hayli ilgilidir. Biraksak tenisin yaninda saatlerce baska seylerden de uzun uzun konusabiliriz. Evvelki hafta "evdekiler nasil" dedi. "Iyi" dedim, "belki yetisebilirlerse gelecekler" dedim. Malum etrafta cocuklari birabilecegimiz anane-babaanne-teyze-hala yok. "Bu ulkede yasamanin en zor tarafi bu dedigimde", kendi cocuklugundan birkac anekdot anlatti. Sonra bir sekilde yas konusuna geldi konu, oglu 35'indeymis. Alla alla bu adamin o kadar kocaman oglu mu var diye dusununce (ben 20 kusur yasinda bekliyordum), biliyor musun ben agustosta 71 olacagim dedi.

Ilk hissiyatim hafif bir sok oldu. Tamam 60 kusur yasinda bekliyordum da, 71'ini devirmis bir adam da beklemiyordum dogrusu. Bizdeki yasli anlayisina mutakabil, ne siyatik agrilarindan sikayet ediyor, ne tansiyonu, ne eklem agrilari var. Hafta ici yaz okulunda minik cocuklara tenis dersi veriyor, hafta sonu sabah 6:30'dan itibaren hemen her saati dolu. Ve tenisi eften puften degil, harbiden siki oynuyor tam 10 yasindan beri. Tenis ogretmenligi yapmis okullarda. Lokal kluplerin yarismalarina katilmis, tonlarcasini da kazanmis gencliginde. Sik sik uzak dogu felsefesi ve disiplini uzerine konusuruz. Tai Chai'ye baslamak istedigini soyluyor -zaman bulursa-.

Bayiliyorum boyle insanlara. Yaslansa bile hareketten ve dunyadan kopmayan insanlara. Yillar once trenle Isvicre'ye giderken Viyana'dan, bir tren dolusu yasli morikusla seyahate ediyorduk. Malum Avrupa insani yasli ama aklimda kalan en guzel goruntu, belki 90'ini gecmis bir kadinin buyutecle kitap okumasiydi.

Burak'a dedim ki "benim bucket list'imde Tony gibi yasladigimda bile tenis oynamak var". Istedikten sonra ne careler tukeniyor, ne de enerji bitiyor degil mi?

27 Haziran 2008 Cuma

Ne Kadar Yesilsiniz?

Son zamanlarda bakiyorum cevreyi koruma adina bir suru sey yapilmaya baslandi. Cogu -belki de hepsi- hukumete ait olmayan calismalar tabii. Baskan Bush'un kuresel isinma ve cevreyi koruma konusunda yuz kizartici bir donemi oldu Amerikan tarihinde. Al Gore'un sunumunu yaptigi An Inconvenient Truth'u goz acici bir belgesel oldu mesela kamuoyunda. Izlenmesini mutlaka tavsiye ederim. Filmde cok guzel veriler var zira. Sonra Earth Day, Live Earth konserleri, hibrit arabalar, plastik kullaniminin azaltilmasi calismalari aklima ilk gelenler.

Farkettim ki son zamanlarda her magaza plastik poset ya da kagit poset kullanimini azaltmak icin surekli kullanilabilir kumas cantalarini uretmis. 1-1.5$'a satiliyor ve o cantalari bir sonraki alisveriste kullanmak icin de 5c geri iade veriyor diger alisverislerde. Bence harika bir uygulama. Hatta verilen o uyduruk posetleri bile parali yapmalilar bence. Hos Amerikali takmaz para vermek icin ama Almanya'da pekala da ise yariyor o yontem.

Hatirliyorum eskiden TR'de herkes kendi cantasiyla, posetiyle alisverise giderdi. Pazarda ya da carsida esnaf poset vermez, Almanya'dan gelen kalin plastik cantalar varsa annelerimizin elinde pek makbule gecerdi bunlari kullanmak. Sonra bir plastik furyasi basladi ve hayatimiza oylesine girdi ki, simdi parayla cikarmaya calisiyoruz.

Su sayfaya ya da buraya bir bakin ve bu plastikler yuzunden doganin neler cektigini gorun.
  • Yuzlerce deniz kaplumbagasi, balina ve memeli deniz hayvani bu plastikleri yiyecek diye yiyip oluyormus.
  • Bu plastikler parcalaninca toksik maddeler salgiladigindan gene topraga, hayvanlara geciyormus. Ve biz de ya o hayvanlari yiyoruz ya da o topraktan yetisen urunleri.
  • Plastiklerin ana maddesi polietilen denilen kimyasal bir maddeymis. Yilda 4-5 trilyon plastik canta uretilip bunlarin cok cok cok az bir kismi geri donusturebiliyormus.
  • Ve siki durun, bu polietilenin dogada cozulmasi de BIN evet 1000 yil aliyormus.
Napicaz o zaman? Ne kadar yesil oldugumuzu gostermek icin plastik poset, kap, canta kullanmamaya ozen gosterecegiz. Plastik kapakli kaplarin cogunu elimine ettim evde, cam ne gune duruyor. Posetlerden de mumkun oldugunca az kullanmaya calisiyorum ama buradaki alisverisleri kasiyer kendi yerlestiriyor ve bazen agir urunlerde iki poset icice kullaniyorlar. Eve gelince bir ordu dolusu poset. Surekli kullanimli cantayi da kullanmaya basladik, bazen unutuyoruz evde ya da arabada ama o da yoluna girecek. Geri donusumlu urunleri mutlaka ayiriyoruz. Cam, plastik, organik urunler belirli gunlerde cop olarak disari cikiyor. Baska napilabilir dusunuyorum, onerisi olan?

PS: Yukardaki fotolar bana ait degil, Google'dan buldum. Yazmadan edemiyecegim. O ilk fotografa benzer manzaralar o kadar cok ki TR sahillerinde. Ne zaman saga sola, yere cop atan birisini gorsem kan beynime sicriyor. Hele ki denizde sahile vuran copler, posetler, icler acisi. Offf offf.

Online Retail Therapy

Uzun zamandir tenis ayakkabisi almak istiyordum. Maalesef dukkanlarda ya tek cesit var ya da cogunlukla hic yok. Kosu ve yuruyus basta olmak uzere Lady's Foot, Athelete's Foot'a ara ara baktim ama icime sinen bir model bulamadim. Web site'lerine de bakiyordum ama ayakkabi bu, ya olmazsa, ya begenmezsem diye online ismarlamaya cesaret edemiyordum. Baktim baska turlu alacagim yok, olmazsa da geri iade ederim diye dun Zappos'dan ismarladim begendigim bir modeli. Aaa baktim bugun geldi bile. Gayet de guzel, ayagima uymasinda hicbir sorun yok.

Elektronik basta olmak uzere ya da soyle demeliyim yiyecek ve kiyafet alisverisi haric bizim evde bir suru sey web'den alinir oldu. Elektronik esya, kitap, ozel hobi parcalari (Helikopter pilot basligi ya da Jet ucak pilot basliklari, ozel maket parcalari... ), cocuklar icin begenilen bazi ozel oyuncaklar, kozmetik malzemeleri (Municim'in kulaklari cinlasin !!), fotograf bastirma diye gidiyor liste.

Bunlari nerden mi aliyoruz?
  • Her daim Amazon once bir kontrol edilir.
  • Guzel kupon ve deal'lar icin Techbargains tavsiye edilir (ozellikle elektronikte).
  • Techbargains gibi bir de slickdeals var.
  • Ayakkabida ucretsiz postalama ve ucretsiz geri iade icin Zappos.
  • Ebay'e de mutlaka bakmali bazen cok uyguna istediginiz seyi bulabiliyorsunuz. Acik arttirma icin bekleyemem diyorsaniz, Buy Now secenegi var.
  • Fiyat karsilastirmasi icin PriceGrabber.
  • Craiglist'te de bazen istediginiz seye rastlayabiliyorsunuz. Sadece almak icin degil satmak, vermek, ilan koymak icin de ideal. Bolgesel oldugundan etkili calistigini soyleyebilirim.
Tabii internet bir derya deniz. Almak icin de satmak icin de yok yok. Cogunlukla bir site'den otekisine atlayip, suraya da bakayim, burda ne varmis, musteri yorumlarini okuyayim derken almis basinizi gitmis oluyorsunuz.

Gene de sanal olmayan retail therapy icin soyle sallana sallana gezmek hiiic fena degil;)

24 Haziran 2008 Salı

Sabah Panigi: Kene

Sabahleyin kizin altini alacaktim ki bir de ne goreyim, gobeginin altinda kene var. Alla alla nerden cikti bu derken bir telas aldi bizi Burak'la. Turk basinindaki haberlerden dolayi elimiz ayagimiza dolasti, bir telas once Mine'yi aradik. "Burada hastanede cikariliyor" deyince tamam dedik hastaneye gidelim, yok once kendi doktorunu arayalim. Hastanelerin acilinde beklemek de hic hosuma gitmiyor, biraz daha beklesek pediatristin ofisi acilacak. Hayvan o kadar minik ve kafasini da oylesine gommus ki vucuduna, kanirtinca aslinda kafasi haric cikacak gibi ama iste okudugumuz haberlerden dolayi pek de cesaret edemiyoruz cikartmaya. Oncesinde pediatrisi arayip emin olayim dedim. Malum saat 9'dan once klinikler acilmiyor. Mesaj biraktim, beni geri aradi doktor. "Kene var bebekte" deyince, "cimbizi al cikar" dedi gulerek. "Yok yok kafasini gomuk, cikmiyor" deyince tamam ofise getirin dedi. Gittik doktorun ofisine, iki hamlede pit diye cikardi. Once vucudu geldi, sonra kafasini aldi ozel bir aletle. Bizim kizin da tam ilk uyku saati, emzigi verince uysal uysal durdu yoksa kiyamet kopardi ya... Sonra "telas edilecek birsey yok" dedi doktor. Kene yapistiktan 36 saat sonra cikartilmis olsaydi Lyme disease denilen kasintili, kizariklik yapan o hastaliga sebep olabiliyormus ama onu da antibiyotikle tedavi ediyoruz dedi doktor. Gecen hafta da baska bir bebekten cikarmislar hatta. Disariyla temas arttikca bu vakalar cogaliyor dedi.

Kirim Kanamali birsey diye baslayan hastalik var ya, onu sorucam ama Allah'im tam adi aklima gelmiyor hele ingilizcesini de bilmiyorum ama anlatmaya calisinca, merak etme burada gorulmuyor dedi doktor. Peki gene olursa napicaz dedim. Cimbizla iyice tutup cekin dedi, parcasi kalsa da olur ama mumkun mertebe hepsini almaya calisin dedi.

KKKA'ya baktim sonra internetten. 2002'den sonra TR de dahil olmak uzere epidemi yasaniyor simdilerde. Kene ile bulasan bu hastalikta keneyi cikarmamak onemliymis. Neyse sabah paniginden sonra simdi sakinlestik ama disardan gelirse de gelecek, yapacak pek birsey yok. Sadece daha tecrubeliyiz artik, kene gibi yapismanin da ne demek oldugunu iyice anladik. Nitekim arkamiz orman, sik sik disariya yuruyuse cikiyoruz. Hatta gecen hafta gittigimiz ormanin baslangicinda "Dikkat kene vardir yaziyordu". 1 hafta sonra mi ziyaret etti acaba?

11 Haziran 2008 Çarşamba

Biraz Daha Icerden

2. haftadayiz Erin'in yuvasinda. En son dun de yarim gun yaninda kalip artik guven saglamistir herhalde diyerek oradakilerin gozlemlerine, bizim eski tecrubelerimize dayanarak yanindan ayrildik bugun. Tum bu zaman zarfinda 1 gun babasi diger gunler ben olmak uzere odada bir kosede, actik laptop'lari taktik Aircard'lari yarim metrekareyi kendimize ofis yapip calismaya calistik. Unutmusum oglanin gunlerinden icerde duzenin nasil gittigini. Icerde dedigim ogretmen-yuva olaylarindaki iliskiler aslinda.

Sanirsinki kast sistemi var burada. Yazmistim ya, bir bas ogretmen yaninda da yardimci ogretmeler var diye. Ogretmenlerin basinda egitim direktoru ve bir de yuvanin sahibi var. Bizimkisi ozel bir yuva, zincir seklinde olan Bright Horizon, Montessori School filan degil. Zaten ozel olmayan devlet yuvasi diye birsey yok burada benim bildigim. Cocuk bakim, gelisim ve egitim felsefesini thematic ogrenme uzerine kurmus, pozitif disiplin denilen yontemle yanlislari konusarak, yine yine yeniden konusarak -ama asla cocuga timeout ya da baska cezalar vererek degil-, dinsel bayramlari ya da irklara iliskin ozel gunleri kutlamayarak heterojenligi harmanlayan bir yuva/okul. Hah ne diyordum kast sistemi var diye degil mi...

Ogretmenlerin cocuk bakimi ve onerileri konusundaki talepleri direkt egitim direktorune gidiyor. Bayan Dina benim orda oldugum gunlerde en az tahmin ediyorum 8-10 kere iceriye gelip tek tek cocuklarin durumunu sordu. Ailelere iletilecek bir konu var mi, takip edilecek izlenecek bir sorun var mi diye... Zaten aralarinda bir rutine bindirmisler, onlerinde her cocugun gunluk takip kagitlari var, kim ne zaman ne kadar ne yedi, ne zaman bezleri degisti, uyku saatleri gibi tum bakim olaylari buraya isleniyor. Bir bebek icin Miss T. ile Miss J. artik 6oz sut yetmiyor bunu 8oz'a cikarmak lazim diye kendi aralarinda konusuyorlardi. Bunu Miss Dina'ya soylediler ve bir ara telefonda bebegin annesi aradiginda Miss Dina'dan bu talebi almis anne ve bakici ogretmene onay veriyordu 8oz formul sutu deneyelim diye. Guzel olan baska bir sey de, bebek odalari hemen yuvanin sahibinin ve direktor ofisinin karsisinda. Pencereden iceri gormeleri cok kolay aninda bir mudahale icin. Nitekim dun 14 aylik bir bebegin vucudu birdenbire kizardi, kabardi. Tabii hemen icerden mudahaleye geldiler benadryl verip sakinlesti. Muhtemelen bir allerjinin habercisi o ana kadar meydana cikmamis.

Boyle yazinca birden sanki cok kati ve duygusuz bir ortam mi yarattim dedim kendi kendime. Yok degil, sadece yuruyen bir sistemi anlatmaya calistim. Cocuklar, bebekler surekli kucakta. Seviliyor, opuluyor, onlarla beraber emekleyip etrafi kesfe cikiyorlar. Bizim iki cocuk da kucakta olmayi cok sevdiklerinden hala yuvanin sahibi soyler Artun'u ne kadar cok kucaginda tuttugunu.

Bu yuva/ilkokul oncesi nursery school'larda calisanlarin cogu ayni zamanda da ogrenci. Ya aksam saatlerinde, ya da bazi gunleri izin alarak hafta sonu ogrencilikle beraber bir ara basamak olarak para kazanmak amacli kullaniyorlar sanki. Cogu buradan sonra bir ilkokula ogretmen olarak geciyor. Konustugum ogretmenlerden birisi konusma terapisti alaninda egitim aliyordu, birisi de cocuk psikolojisi egitimine devam ediyordu. Ya da bizim egitim direktoru ya da oglanin sinifindaki ogretmen gibi ilkokul ogretmenliginden yuvaya gelenler de yok degil. Bir onceki egitim direktorumuz cocuk egitimi konusunda doktora yapiyordu. Yasi en az 55+'dir. Hala ara ara seminer vermek icin hafta sonu gelir, gorusuruz. Bu arada sunu da soyliyeyim ki, siniftaki basogretmenin cocuk egitimi konusunda en az on lisansi olmasi gerekiyor.

Maalesef bizim cevrede cocuk yuvasi cok az. Evlerini yuva gibi duzenleyip (home day-care) lisans alanlar var ama bunlardan bir ikisini gezmistik oglana yuva bakarken, pek hosuma gitmedi. Varolan yuvalarda bekleme listesi cok uzun. Istanbul'da yasadigim yillardan hatirlarim, bizim sokak tam bir yuva mahallesiydi. En az 6-7 tane yuva vardi sanirim. Sabah sirket servislerinin cocuklari yari uykulu gozlerle yuvalara birakmasi, aksam anne-babalarin cocuklarini almasi hala gozumun onunde... Hatta buyuk kuzenimin oglu da oradaki yuvalardan birindeydi. Denk geldikce pencereden el sallar napiyor diye bakardim kucuk kuzuya.

Bugun yuva yarin okul sonra universite. Kesfedilecek ne cok sey var hayatta!!

4 Haziran 2008 Çarşamba

Blink Ya da Yeni bir Baslangic

Insan boyle oluyormus. Yeni bir ortama girince, yeni insanlarla karsilasinca, yeni yuzleri gorunce hemen okumaya basliyormus otekilerinin; vucut dillerini, mimikleri, konusmalardaki vurgulamalari, gun icindeki aktivitelere verdikleri cevaplari...

Blink diye bir kitap var. Harika olaganustu bir kitap. Insanlarin yeni birsey hakkinda karar vermesi, yargiya varmasi ilk 2-3 dakika icinde olur ve cogunlukla da bu, tum etkilesim, iliski boyunca gecerli olurmus.

Bizim kiz bu hafta yuvaya basladi da. Elimde olmadan herkesi, herseyi incik cincik irdeliyorum. 3 ogretmen var sinifta. Odada da yasal olarak en fazla 8 cocuk. Gun basina degismekle birlikte bu sayi, eyalet kurallari geregince 8'i asamiyor. Bazi gunler 4 cocuk oluyor, bazi gunler 7. Ki burasi tanidik bir yer, oglum da uzun zamandir geldigi icin biliyorum. Bugun 5 cocuk var, dun 4 idi, pazartesi 6'ydi.

Miss T. upuzun boylu, kocaman halka kupeleri olan, neseli, herseyi cok sakin karsilayan gencecik bir kiz. Ana ogretmen o. Miss A. pazartesi ve sali ogleden sonralari okula gidiyor. Cok acik sozlu, surekli gulen sapsari bir kiz. Saclari sari, cildi sari, gulunce bile papatya gibi oluyor, sapsari iste. Miss J. biraz ciddi ve biraz da acemi gibi sanki. Gun boyunca dusuk belindeki pantolonunu toplamakla mesgul. Cocuklari kucaginda tutmaktan ve gezdirmekten cok hoslaniyor. Bugun 3. gun, ben de aldim laptop'i odaya, onlarla beraber bir kosede, Erin beni gorup guven saglarken ortama, ben de calismaya calisiyorum. Eh duygusalligim ustumde ya, aksam is konusunda emaillestigim bir kadin, "biz bunu kendimiz yapsaydik daha kisa zamanda hallederdik" deyince, ben de sabah "kusura bakma, bu, grupta yeni bir proje ve herseyin dogrulugundan emin olmak istiyorum. Bi de benim minik yuvaya basladi" deyince bir anda best friend olduk. Sanirim birkac istisna disinda hic kisisel seylerden bahsetmemisimdir is hayatinda. Bana kendi cocuklari hakkinda yazdi da yazdi. Ve biz unuttuk ne konusunda basladi bu email furyasi diye...

Kadinlar boyle iste. Cocuklari soz konusu olunca, is, guc, dunya umurlarinda olmuyor. Hicbir seyi ama hicbir seyi gozu gormeyecek kadar hem de... Sabah okula getirirken ikisini de, yuvanin bitisigindeki karate okulunun caminda kendi aksimi gordum. Biri elinden tutmus, oburu kucaginda yuruyoruz. Olaylara iliskin bazi 'an'lar unutulmuz ya, onun resmi oldu aklimda. Anne-babalar hep soyler cocuklara, cocuklar da uzaydan gelen hikayeler gibi dinler ya kendileri hakkinda seyleri. Iste bu, Erin'in yuvaya baslama yazisi oldu.

14 Mayıs 2008 Çarşamba

Amerika Turkiye Emeklilik Hatti (7)

Gene sikici ama gerekli konular. Sosyal Guvenlik Kanunu degisti degisecek, ertelendi onaylanacak derken 8 Mayis 2008 gunu Cumhurbaskani tarafindan apar topar onaylanip bazi maddeleri 1 Temmuz'da, bazilari 1 Ekim'de yururlugu girmek uzere islev kazandi. Hakan'la konustuk dun, ogrendiklerim asagida.

  • Artik 8 Mayis 2008 itibariyle gun basina 3.5$'dan borclanma ortadan kalkti, bunun yerine TL'ye uzerinden asgari ucrete endekslendi. Eger 8 Mayis'a kadar borclanma dilekcenizi vermisseniz hala 3.5$'dan borclanabiliyorsunuz, 8 Mayis'tan sonra yeni duzenleme ile Temmuz'a kadar 6.49YTL'den (5.40USD), 1 Temmuz'dan sonra 6.81YTL'den (5.72USD) hesap yapilacak. Bizlerde dolarin dusuk pariteden islem gormesi sebebiyle hasar artiyor ama elden ne gelir... 2 ay sonra Temmuz kapida o yuzden yillik bazda 5.72USDX30gunX12ay=2059USD gibi dusunmek lazim borclanma miktarini. 3.5$'dan olsaydi yillik 1260USD olacakti, gecmis olsun...
    (1USD=1.2YTL alindi)
  • 3206 kanun ile yani borclanma ile emekli olmaya hak kazanilirsa yurtdisinda yasayanlardan TR'ye donus sarti araniyor. Bu cok yeni degil ama son zamanlarda cikan bir yasa (sanirim gecen sene). Yok hayir ben yurtdisinda yasamaya ve calismaya devam edecegim derseniz, borclanma ile emeklilige hak kazandiginizda emekli maasi alamazsiniz. O zaman istege bagli sigortadan prim odemek gerekli.
  • Istege bagli ile emeklilik icin farkli bir statuye geciliyor diyelim. Bunun aylik prim odemeleri 152YTL'den (~126USD) basliyor, miktarini siz yukseltebiliyorsunuz (Yuksek prim=yuksek emekli maasi). Yillik bazda 126USDX12ay=1512USD'yi butceye koymak lazim. Buna basvurmak icin de zaman daraliyor duyrulur !! Istege bagli prime gecmenin guzel tarafi, artik Sosyal Guvenlik Kurumunun saglik hizmetlerinden yararlanabilecek olmasi. Karne ya da nufus cuzdani sistemi olacakmis, ayrintilari bilmiyorum.
  • Borclanma ne zaman yapilacak? Bir konu da bu. Dilekcenizi verdiniz, isleme girdi. Bu kismi icin vekalet vermek ya da kisisel olarak SSK'ye gitmek gerekmedi bizim durumumuzda. Son calisilan isyerinin bagli oldugu SSK'ya da basvurmadik. Sagolsun Hakan halletti bu kisimlari bize. Onlar size bilgisayar aktivasyonu sonrasinda tebligat yapacaklar, su kadar odeyeceksiniz diye, iste bu asamada vekalet vermek veya kisisel olarak orda olmak lazim. Ve borc size bildirildikten sonraki 3 ay icinde odemek lazim, yoksa iptal ediliyor. yurtdisi@sgk.gov.tr 'a email atmistim daha once ve sasirilacak birsey ki her soruma kisa da olsa cevap verdiler.
    5510 Sayılı Kanun 08/05/2008 Tarihinde Resmi Gazetede Yayımlanarak Yürürlüğe girdi. Yurtdışı BorçlanmasıYapanlar yeni Kanuna göre yapılacak Asgari Ücretin %32 si günlük YTLirası olarak yapacaklar Borç Size tebliğ edildikten sonra 3 ay içinde ödeyeceksiniz. Ödemezseniz iptal oluyor.
  • Daha onceki post'larda yazmistim, buradaki Social Security'den ayrintili kazanc belgesi istedigimi ama oyle birsey gelmedi. Matbu, dogum gununden 2-3 ay once gonderilen turden formlar geliyor. Aslinda orada, icinde bulunulan yilin ve gelecek senenin tahmini olarak kazanclari var ama konsolosluk bunu onaylamadi bizde. Calistigimiz kurumun o seneki bordolari ve calisiyor belgesi de kar etmedi. Nasil ispat etmek lazim daha bilmiyorum ama yapan var. O yuzden ne kadar cok gun saydirilirsa o kadar iyi bence. Borclanmayi bir kerede yapmak ve gun artisina kalmamak icin.
Ali Tezel gecen hafta sonu bu konuda yazmis. Makalesi burada.
SSK sicil numarasi ile Sigortali Hizmet Dokumu icin buraya
TC Kimlik Numarasi ile Sigortali Hizmet Dokumu icin buraya
Ne zaman emekli olurum icin buraya tiklayin.

13 Mayıs 2008 Salı

Bak Su JetBlue'nun Yaptigina

Oglen yemek aliyorum disardan. Kasadaki gazete gozume ilisti, New York Daily News. Gokhan Mutlu JetBlue'yu 2milyon $'a dava ediyor diye. Alla alla bu benim calistigim Gokhan mi dedim icimden. Metrica Consultant'iydi bizde ve bir sure once isten ayrildigi gordum adres listesinde. Dunya ne kadar kucuk bir gazete sayfasinda karsilasmak icin :)

Durum su: San Diego'dan JFK, NY'a ucmak icin yedek listede olan G.M., hosteslerden birisinin ona benim yerimi alabilirsin demesiyle JetBlue'ya biniyor. Hostesin kendisi jump seat'de oturacakmis (Jump seat hani su arkada ya da yanda hosteslerin oturdugu koltuk). G.M. ucaktaki son koltuk olan 2E'ye biniyor. Sonra hostes pilota jump seat'in rahatsiz oldugunu ve yerini istedigini soyluyor (sanki hic mi jump seat'e binmemis). Pilot G.M.'e durumu iletiyor, sasirarak bak binis kartim var, yerim de burasi diyor. Eee napiyim yani deyince Gokhan, istersen tuvalette oyalan biraz diyor pilot (sanki WC cocuk parki). Daha da 3.5 saatlik yol var NY'a. G.M. saatlerini WC'de gecirip nihayetinde bir turbulans sirasinda onu koltuguna geri cagiriyorlar. O da yuzu sakli, utanmis, asagilanmis bir sekilde geliyor. Sonunda JFK'ye iniyorlar ve pilot arkasindan hersey yolunda mi diyor o da "NO" diyor ve uzaklasiyor. Davaci duygusal zarardan dolayi da 2Milyon$'lik dava aciyor ucak sirketine karsi.

Iste haber bu. Bazi fishy seyler var bana gore ya bu olayda... Yoksa Hurriye hala yazmadi mi?

9 Mayıs 2008 Cuma

Kitap: Eat Pray Love

Sabah ve aksamlari bulusuyorduk Liz'le. 2 hafta surdu sanirim. O anlatti ben dinledim. O kadar yumusak bir sesi var ki; huzur veren, dinlendiren, insani rahat ettiren, zaman zaman aaa ben de tam oyle hissediyorum, sen napmistin sahi diye aklinizdan gecen dusuncelere cevap veren, anlatirken bilgilendiren, gezdigi, gordugu, yasadigi yerlere sizi de alip goturen sanki 40 yillik arkadas ya da yan komsuymus gibi bir birliktelik hissettiren bir yazar o.

Kitabi uzun zaman cok satanlar listesinde gorsem de fazla populist, duygusal, dini ogelerle dolu geldi once. Sonra kitapcida sayfalarina bir iki bakarken hadi audio'sunu alayim dedim ve cok da iyi etmisim.

Yazar izdirap veren bir bosanmanin ardindan hep ogrenmeyi istedigi Italyanca'yi ogrenmeye Italya'ya gidiyor. Iste kitabin Eat kismi buradan geliyor zaten. 4 ay Roma'da kaliyor ve yiyip ictiklerini o kadar sahane anlatmis ki, sanirim Roma'ya ve Napoli'ye gidecek olsam yemekleri ve restaurantlari not eder kesin onlari bulmaya calisirim. Yemekle birlikte, Roma'nin ve Italyan erkeklerinin neden cekici oldugunu, Italyancanin hangi asamalardan sonra secici bir dil olarak olustugunu, oranin bakis acisiyla hayatin keyiflerini, zevklerini paylasmis okuyucuyla.

Derken onceden planladigi Hindistan yolculugu basliyor. Biraz Budist ve Hinduist bir felsefeyle Tanri'ya yakin olmak ve kendini egitmek icin Ashram'da bir programa katiliyor. Saat 3'te kalkip meditasyon yapmayi, orada yasayan herkesin ortak katkilariyla o ibadethanedeki is bolumunu, uzun sessizlik saatlerinde dusuncelerinden nasil kurtulamadigini, bunun icin ne kadar cok caba sarfedip sonunda icindeki gercek guce ulastiginin gezisi olmus Hindistan. Duaya, Tanri'ya kendine donuk bir ic gezinin duragi olmus Pray bolumu. Dua etmeyi, Tanri'yla basbasa kalabilmeyi, bunun verdigi huzuru, meditasyon yapmanin sonucundaki hafifligini anlatiyor yazar.

Sonra Endenezyo, Bali'ye gidiyor Elizabeht. Aslinda daha once bir is sehayatinde Bali'de 2 hafta kalmis ve orada medicine man denilen, sifa dagitan bir adama el fali baktirmis. O da "sen buraya tekrar geleceksin ve benim yanimda bunlarin teknigi ogreneceksin" diyor. Tam da dedigi gibi, o adamin ogrencisi oluyor 4 ay boyunca. Gittigi her yerde yerel hakla hemen kaynasiyor Liz. Baska bir sifa dagitan kadinla arkadas oluyor, uluslararasi grupla sosyallesiyor. Lokal birileriyle gezip tatil yaparken, Brezilyali bir adama asik oluyor. Ummadigi bir zamanda ask kapisini caliyor ve Love bolumu ile kitap sona eriyor.

Cani sikilan, napacagini bulamayan, buldugunun kiymetini anlamak isteyen, Italya'yi, Hindistan'i, Endenezyo'ya merak eden, Liz'le sehayat ederken kendi ic dunyasinda da sorgulamalar yapmak icin harika, su gibi akan bir kitap. Siddetle tavsiye edilir.

Tabii internet fan'lari bos durur mu. Blog'u var, sevmeyenleri var, youtube'de video'su var. Bir dedikoduya gore kitabi filme cekilecekmis ve Julia Roberts da yazari canlandiracakmis. Haa bir de bu kitabin devamini yayinlayacakmis seneye. Endenezyo'dan devam, Brezilyali sevgilisiyle olan iliskisi, evlilige giden yol ve anilari...

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Yaz Duvara

Benim cok hosuma gitti, Milliyet harika bir altyapi olusturmus, okuyucular da dokturmus. Yaz duvara adresi. Galiba bir tek bize ozgu boyle trajikomik seyler yazmak...

16 Nisan 2008 Çarşamba

Soyagaci



Burak'in yaklasan dogum gunu dolayisiyla mesaj almasaydik yazmayi akil etmeyecektim. Gecen sene Murat soylemisti (yoksa onceki sene miydi?). Taa kac kusak onceki akrabalarini soyagacinda cikarinca cok hosuma gitmis, eve gelince ben de bir solukta 100+ kisiyi girivermistim web'e. Adres su: www.geni.com

Once kendinizi kayit edip, anne baba cocuk kardes diye girmeye basliyorsunuz. Isterseniz detayli bilgiler de verebiliyor, dogum tarihi, dogum yili, olenlerin olum sebepleri, yaptiklari isler, hobileri vs. ile genis bir soy kutugu veritabanina sahip olabiliyorsunuz. Hatta kisilere ozgu fotograf bile ekleyebiliyorsunuz. Ne guzel olurdu mesela buyuk buyuk annemin resmini gormek aslinda.... Ananemden, babamdan, annemden ogrendigim kadariyla herkesi kaydettim ve bakiyorum anne tarafimdan 1820'lere kadar ulasabildigim insanlar var. Ananemin ananesine kadar girebildim yani 5 kusak geriye gitmis oldum.

Simdi bizim soyagacinda 444 kisi var. Bir de istatistik var orada, kac kisi ile kan bagi (akrabalik) kac kisi ile hisimlik var ve kac kisi tabii bunun esas bana ait olani diye. Cunku diyelim kocanizin kuzenin esini davet ettiniz listeye. Eee arada kan bagi yok ama hisim sifatindan o da kendi soyagacini kurunca liste genisliyor elbet.

Ilginc, cok ilginc hele bir agaci kurmaya baslayin neler cikacak neler...

24 Mart 2008 Pazartesi

20 Mart 2008 Perşembe

19 Mart 2008 Çarşamba

Simdi Gezelim

Hava yagmurlu ve puslu. Ara ara baharin yavastan yaklasan seslerini duysak da boyle yagmurlu gunler olmuyor mu insanin ici karariyor.

Derken... sabah bir email geldi ortak arkadasimizdan. Dunya gezisine cikmis bizim Basar. Icim nasil aydinlandi anlatamam. Zaten oyleydi hep... Hep gezerdi, akli fikri "baska nerelere gidilir" dusuncesindeydi. Eh tam olmus, bu blog da yakismis.

Takipteyim Basar. Buralardan gecersen mutlaka ugra, e mi?
Sevgiler...

BILGISAYARININ BASINDAN KALKMADAN ISTANBUL-KARAYIPLER-GÜNEY AMERIKA-AVUSTRALYA-UZAKDOGU-ISTANBUL GEZISINE KATILMAK ISTEYENLER: BU BLOG TAM SIZE GÖRE. YOLUM ÜZERINDE GEZILECEK, YAPILACAK, YENILECEK VB TAVSIYELERINIZ VARSA BANA LÜTFEN YAZIN. BAKARSINIZ SIZIN YERINIZE BEN GIDER YAPARIM. HADI SIMDI GEZELIM

10 Mart 2008 Pazartesi

Amerika Turkiye Emeklilik Hatti (6)

Niyetliyim sizi eninde sonunda emekli etmeye. Yazacaktim araya hep baska seyler girdi. TR'deki sosyal guvenlik yasasi degistirildiginden son durum nasil sekillendi bilmiyorum ama 3201 ile borclanma miktari hala 3.5$'dan devam ediyor.

Hakan'dan da, yurtdisi@ssk.gov.tr adresine email atarak dogrulayaraktan da soyleyebilirim ki -simdilik- haziran 2008'e kadar eski kanun gecerli. Yani hala 3.5$'dan gun saydirarak prim odeme gecerli. Bakalim son dakika gene uzar mi, yoksa artik YTL'ye endeksli hale mi gelir, haziran gectikten sonra ogreniriz.

Takibe devam...

21 Şubat 2008 Perşembe

Sicko

Evvelki yaz, Canakkale'de kuafore gitmistim. Hep berberlerde konusulur ya, sohbet etmeye basladik sacimi kesen cocukla. Benim Amerika'da yasadigimi bilmeden, aslinda hayatta amacinin kapagi yurtdisina atmak ve hayalinin de Amerika oldugunu soyledi. Neden dedim. Is kosullari iyi, iyi kazaniyorsun, bedava saglik sistemi oldugunu, herkesin iyi, esit kosullarda yasadigini soyledi. Hangi filmde boyle bir ulke gordugunu anlamadigimi soyledim ama dilim dondugunce burayi anlatmaya calistim sonrasinda. Simdi isterdim ki ona Sicko'yu izlettirebileyim.

Michael Moore gene dokturmus Sicko dokumanteri ile. Film Amerikan saglik sistemini irdeliyor. Burada neyin olmadigiyla, baska gelismis ulkelerde neyin oldugunu anlatan bir yapim. Oldukca goz acici, bilgilendirici…

Amerika'da yaklasik 50 milyon insanin sigortasi yok. Yani her 6 kisiden biri sigortasiz. Devletin genel saglik sigortasi kapsami olmadigi icin, paraniz olsa bile varolan rahatsizliklardan (pre-existing condition), cok sisman, cok zayif gibi durumlardan dolayi kendiniz ozel police almak isteseniz de sigorta sirketlerinin sizi reddetme durumu var. Emeklilikle beraber 67 yasinda medicare denilen saglik sigortasina sahip olabiliyorsunuz ama o zamana kadar ancak isiniz var ise ... Ya da kendi cebinizden para verirseniz sigortali olabiliyorsunuz.

2 cesit sigorta tipi var. PPO, yani herhangi bir doktora referans olmadan gidebileceginiz, digeri de HMO. Once aile hekimini gorup, o gerek gorurse sizi uzmana sevk edebilecek bir sistem. Police miktarlari co-pay denilen her doktor visit'indeki katki payi ile deduction denilen belirli bir limite kadar kendi cebinizden odemeniz gereken miktar, doktor visit'leri sayisi, hangi doktor ziyaretlerini ve sigortanin anlasmali oldugu doktorlar (in network), referral denilen once aile doktorunun gorup onun yonlendirilmesiyle gidilecek uzman doktor saptamalarina gore degisir. Ortalama, 4 kisilik bir ailenin yillik sigorta odemesi 10-12bin dolardir denilebilir.

Hastasiniz tedaviye ihtiyaciniz var. Kim karar veriyor bunun onaylanip onaylanmayacagina: Sigorta sirketleri. Peki buradaki onay mekanizmasi kimlerden geciyor. Doktorlardan. Hatta yer yer yapilan soylesilerde, kim daha cok tedavi talebini redderse o doktor daha cok ikramiye (bonus) aliyor !?!! Bu konuda kongreye gelip gunah cikaran bir hekimin soylemi vardi, bu sistemin ic yuzunu anlatan.

Sabah radyoda dinliyordum. Baskanlik secimi dolayisiyla kampanyalara yapilan bagislardan bahsediyordu. Bu baglamda sigorta sirketlerinin, pharmaceutical denilen ilac sirketlerinin, doktorlarin ne kadar buyuk hayirsever oldugunu soylememe gerek var mi bilmem. Cunku "sen beni destekle ben de secilince seni kollarim" mantigiyla calisan bir sistem ne kadar saglikli calisir cevabi soruda belli degil mi?

Zaman zaman onceki baskanlik yarislarinda devletin gozetiminde olan bir saglik sistemi (Government-run health care) hep gundeme gelmis. Hatta Clinton yonetiminde Hillary'nin ajandasindaki onemli maddelerden biriymis ama o da bunu beceremeyip karsi lobilere yenik dusmusler.

Peki diger gelismis ulkelerdeki durum nedir? Filmde Kanada, Fransa ve Kuba'dan ornekler veriliyor.

Kanada'da herkesin OHIP denilen bir saglik karti var. Hatta sirf bu sistemden yararlanmak icin Kanadalilarla evlilik yapanlar var. Saglik bedava ve Kanadalilarin yasam omru Amerikalilardan 3 yil daha uzunmus.

Ingiltere: NHS (National Health System) denilen genel saglik sistemi var herkesin faydalandigi. 10$'lik katki payi ile acile ya da normal doktor ziyaretlerine gidibiliyorsunuz ve bundan yararlanmak icin isinizin olmasi gerekmiyor.

Gelelim Fransa'ya. Dunya uzerinde saglik sistemi en iyi olan ulke Fransa'ymis. Filmde diyor ki, ortalama, calisan bir Fransiz su asagidaki kosullara sahiptir.

  • Yasam sureleri Amerikalilardan daha uzun.
  • Eger calisiyorsaniz bireysel saglik sigortasinin %65'i devlet, %35'i sirket tarafindan karsilanir.
  • Varolan rahatsizliklar, saglik hizmetlerinden yararlanmak icin bir engel degil.
  • Hasta oldugunuzda limitsiz surede calismama hakkiniz var. Amerika'da mi? Allah gostermesi hasta olmayi. Ya yillik izin gunlerinizden kullanacaksiniz, ya da personal day ya da sick day denilen limitli sayidaki gunlerden izin alacaksiniz. Grip, nezle gibi seyler icin 3-5 gun onemli degil (hos o da onemli oluyor bazen) ama kaza gecirdiniz hastasiniz. Ya da bel fitigi olup calisamaz durumdasiniz. Ya sakatlik durumundan izne cikacaksiniz (STD-short term disability) birkac hafta ya da…. Ben henuz bunun cevabini bilmiyorum.
  • Fransa'da haftada 35 saat calisiliyormus. Burada bu sure 40 saat.
  • Minimum 5 hafta ucretli izniniz var. Oleley!!
  • Evlendiginizde 1 haftalik balayi tatili veriyorlar.
  • Ev tasidiginizda 1 gun tasinma icin izin veriyorlar.
  • Hastalandiginizda eve ucretsiz doktor cagirma luksunuz var (SOS medicins).
  • Bebeginiz oldugunda bebek bakimi icin eve hemsire geliyor. Hatta haftada 2 gun 4 saatden bir devlet personeli gelip size ev islerinde yemek yapiminda yardimci olabiliyor.
  • Bebek ve cocuklar icin yuvalar cok ucuz hatta cogu ucretsiz.


Filmde Amerika'da tedavi goremedikleri icin Kuba'daki Guantanama'daki askeri usse gitmeyi deniyor Moore yanindakilerle birlikte. Kimisi 9/11'den kalan solunum yollari sikayetine sahip, kimisinde dis sorunu var … Eh oraya gidemeyince Kuba'ya gidelim bari diyorlar. Ve kendilerini Kuba'li doktorlara emanet edip ucretsiz tedavi olup sonra Amerika'ya donuyorlar ironik bir sekilde. Bu verilerden sonra Amerika'nin dunya saglik hizmetleri siralamasinda 37. sirada oldugunu soylemek lazim.

Bu konu daha cok su kaldirir, bu kadar karamsarligin yaninda cok iyi seyler de var elbette, aklima geldikce, ogrendikce yazarim gene. Artani burada.

20 Şubat 2008 Çarşamba

Dizi Izle

Evde Turk TV'si var bir suredir. Ama diziler o kadar uzun ki, basinda oturulup da izlenecek gibi degil. Cogu 1.5 saat. Reklamlar ic bayacak siklikta, cekim kareleri uzun uzun, dizi ozetleri dizinin kendisine esit surede nerdeyse. Turk dizisi izlemek isteyip de kaciranlar icin soyle bir site var, duyurulur.
http://www.diziizle.net/

Neyse bu arada buradaki grev de sona erdi. Bakalim bizim diziler ne zaman geri gelecek?

7 Şubat 2008 Perşembe

Cashmere Mafia'ya Kaldik


Galiba bu sezon basindaydi, eylul-ekim gibi. ABC'deki dizilere bakip "Aman Allah'im ne cok izlenecek dizi var ama coguna zaman bulamayacagim" deyip aralarindan bir secme yapip haftada 4-5 tanesini izlemeye baslamistim, izleyemediklerimde de aklim kalarak... Grey's Anatomy, Private Practice, Desperate Housewives, Brothers and Sisters ana listede, Lost ocak sonunda baslayacak diye en baba listede, Big Shots ve Dirty Sexy Money ile Men in the Trees de denk gelirse yedek listedeydi. Ilk 2 ay guzel guzel izledik. Sonra holiday season girdi, yilbasina kadar ara verildi ve bu arada da olanlar oldu, senaristler, dizi yazarlari greve gittiler.

Lost gecen hafta basladi. Zaten bu grev yuzunden bu yil 8 hafta yayinlanacakmis. Hatta bu grev yuzunden Vanity Fair, su meshur Oscar toreni sonrasi verecegi partisini iptal etmis (tasalandigim seye bakar misiniz lutfen :)). Malum Golden Globe toreni de iptal edildi bu yil. Colbert Report, Steven Colbert'in kendi yazdigi programla ekranlara gelmeye basladi ama kurallar geregi ellerine kagit alip okumak yok. Peki bu adamlarin istekleri nedir diye soyle bir kulak kabarttim da soylenenlere; yapimcilarin DVD satislari, internet download'lari, web'de gosterimi olan dizilerin kazandiklarindan pay almak istiyorlar ve bence haklilar da, istesinler.

Kolay degil, Yazarlar Sendikasina bagli 12000 calisan varmis greve giden. Anlasilan bu yili kaybettik, malum diziler mayista sona eriyor. Simdi anlassalar, yeni bolumlerin yazilip cekilmesi birkac ayi bulur. Simdi bekle de Hollywood patronlari kendi aralarinda anlasip biz de mutlu mesud TV'mizin basina donelim. Cashmere Mafia ile hafta dolmuyor. Hadi ama!!

10 Ocak 2008 Perşembe

ATM

Oglen bankaya girdim ATM'den para cekmek icin. Karti cikardim, tam slota sokacaktim ki, ekranda islemini bitirmeden giden birisinin makinasinda oldugumu farkettim. Normalde karti yuvasina sokup cikariyorsunuz ama bu hesabiniz guvende anlaminda degil, en azindan Citibank ATM'lerinde. Yapmak istediginiz islemi secip sifreyi giriyorsunuz, sonra da para cekme, hesap kontrolu, transfer gibi ne yapilacaksa bu asamadan sonra yapiliyor. Karsimdaki ekran, hesap ozetini gosteren bolumde kalmis. Allah Allah napmali, bir an sasirdim. Baktim hesapta 7397$ para var. Citibank en fazla 1000$ cekmeye izin veriyor gunluk. Gerci ATM her para cekmede sifre soruyor yani o kadar da kolay degil seytanin arkadasi olmak, ustelik tepemdeki tavada da kamera var. Donup bakiyorum orda mi diye hatta bilincsizce. Tovbe tovbe deyip exit'a basip ciktim, kendi kartimi takip islemimi yaptim dikkatlice bu olaydan sonra.

Daha once de hesaplar arasi transfer hatalari geldi basimiza. Birisinde yanlislikla bizim hesaptan 800$'lik bir transfer yapilmis telefon talimatiyla. Bankayi arayip durumu ilettigimizde ses kaydini dinleyip durumu duzelttiler neticede. Birisinde araba sigortasini telefonda kredi kartiyla odemek icin gorevliyle konusuyordum. Kart numarasini yanlis alinca, baskasinin hesabindan para cekilmis, sonrasinda bana geri donduler duzeltmek icin. Birkac defasinda kredi karti odemlerinde fazladan almislar, bunlar da duzeltildi akabinde...

Her daim ama her daim, kredi karti aylik odemelerini, hesap transferlerini kontrol etmeli ve ASLA islemin bittiginden emin olmadan banka islemlerini bitirmemeli. Ne sanal ortamda, ne de ATM makinalarinin basinda.

Hmm dusunuyorum simdi hic de fena olmazdi soyle havadan gelen para. Ama sucluluk duymadan, yanlis yapmadan, seytanla karsilasmadan olacak. Napalim arada lotarya oynamaya devam...

3 Ocak 2008 Perşembe

Amerika-Turkiye Emeklilik Hatti (5)

Umutla son dakikaya kadar bekliyorduk su yeni borclanma durumunun Temmuz 2008'e ertelenecegini. Cunku Bakan soz verdi TV'de ama bakanla mutabiklari ayni seyi gormuyorlarsa arada kalan vatandasa oluyor. Neyse tebligat bakanliktan cikmadi, 1 Ocak 2008 itibariyle gun basina borclanma asgari ucrete endekslendi duyurulur. Ama belli olmaz belki de yil icinde kafalarina eser degistirirler. Ben hala acaba 2008'deki yeni uygulamadan kurumlarin haberi var mi diye supheliyim. Ne de olsa bizde bakanla goren ayri kisiler.

Konuyla ilgili onceki postlar:
Amerika-Turkiye Emeklilik Hatti (1)
Amerika-Turkiye Emeklilik Hatti (2)
Amerika-Turkiye Emeklilik Hatti (3)

Bir de Ali Tezel'in web sayfasi guzel bilgi verici.

3 Ocak 2008

Yeni yilin ilk is gunu disciye gidiyorum. Onemli bir sey yok aslinda ama 1 ay oncesinden randevu alirken dusunmemistim bugunun ilk calisma gunu oldugunu. Kurban Bayrami, Noel ve yilbasi ardarda gelince bayram seyran havasinda gecti son 2-3 hafta. Radyoda spiker soruyor her hafta New Orleans'a calismaya gidip hafta bitince Mobile, Alabama'ya donen kadina. Ucret iki kat daha iyi diyor calistigi insaat sektoru icin. Santiyede calisiyormus, isci olarak. Hafta sonlari da eve geliyorum Mobile'e cocuklarimin yanina diyor. Beklentilerini soruyor spiker 2008'den. Artik Cumhuriyetciler gitsin diyor, dort gozle secimleri bekledigini, Obama'yi destekledigini soyluyor programda. Sonra discinin ofisine giriyorum herkesten once. Icerde bir tek teknisyen var. Doktor geliyor aliyor beni odaya. Su nefret edilesi zzzzzzzz sesinden kacmak icin CNN'i aciyorum. Yaklasik 1 saat haber seyrediyorum, iyi de oluyor. Bu zamanlarda kesintisiz bir ise koyulmam zor. Iowa'daki secimler, Londra'da yanan hastane, Pakistan'daki durumlar ve emlak krizinden ara ara yorumlar baslica konusu haberlerin...

Guzel bir geceyle baslangic yaptik 2008'e. Uzun ve dolu dolu gecen bir yil oldu 2007 bizim icin. Ajandamiz 2008 icin de dolu. Haberlere bakinca icimizin kararmamasi imkansiz ama her guzel seyi yapan da insanoglu degil mi?

Isim bitip eve donerken mevsimin ilk en buyuk sogugunu iliklerimde hissediyorum. Termometre bugun icin -11C ile basladi gune. Icimi isitan seyler dusunmek istiyorum, cok sukur var da... Ama New Orleans'daki kadin da aklimda ara ara. Bir goz kirpiminda ne cok dusunce geciyor aklimdan. Ne diyelim... Daha da guzel gunler ilerde. Hosgeldin 2008.

2 Ocak 2008 Çarşamba

Yazmamali !!

En son yazmali demistim, simdi ne tezat degil mi? Gecenlerde bir egitim aldik, kisa, minik bir seydi. Diyor ki sirketimiz, eger blog'unuz var ve is yerinden yaziyorsaniz, sirketle bir anlasma yapacaksiniz. Sebebi; sirket urun ve servislerini pozitif anlatan bir icerik olmasi sartiyla sirketi ve hizmeti lanse etmek. Cunku icerden bir akilli oturmus, hangi model telefonlarin hangi ozellikleri kotu, ne fonksiyonlari zayif diye blog sayfasinda uzun uzun anlatmis. Tabii ki hosuna gitmedi tabii Big Brother'in.