Aslinda sik sik film seyrederim ama tavsiye etmeye gelince bu isin tamamen zevk ve tercih oldugunu dusundugumden kendimi geri cekiyorum. 2. Dunya savasi filmleri favori film kategorisinde benim icin. Valkyrie'i beklerken film zevkine guvendigim bir arkadasim Downfall'i (Der Untergang) tavsiye etti. Bir savas filmi bu kadar guzel mi islenir... Hitler hem deliligiyle hem insani yonuyle bu kadar basarili mi anlatilir... Filmi Almanlar yapmis, Alman oyuncular oynamis. Berlin icin St. Petersburg secilmis mekan olarak. Filmin konusu Hitler'in yaninda sekreter olarak calisan kizin yillar sonra yayinlanan anilarina dayanarak olusturulmus ve daha cok savasin son 2 haftasina egilinmis. Film Almanca cekilmis, Ingilizce altyazi konulmus ve boylesi de cok cok hos olmus.
Sonra Valkyrie geldi postada, ertesi aksam da onu izledim. Tamam iyi guzel bir film. Hitler'e duzenlenen suikasti anlatan, Tom Cruise'in da karakteri basariyla canlandirdigi Hollywood filmi. Ama Downfall citayi o kadar yukseltti ki bu film biraz zayif kaldi yaninda.
Derken bir sonraki aksam da The Reader'i izliyeyim dedim. Zaman olarak 2. dunya savasi yillarinda genc bir lise ogrencisi ile Kate Winslet arasindaki iliskiyi, sonra bu lise ogrencisinin hukuk ogrencisi olarak Kate Winslet'in mahkemede yargilandigi sirada hakkindaki gecmisini ogrendigi ve tutuklandiktan sonra da zamana kadar getiren yaslandiran makyaji, zaman ve mekan gecisleri ve karakterleri basariyla canlandiran guzel bir film. Ve de Kate Winslet bu roluyle 2008 en iyi kadin oyuncu dalinda Oscar'i almisti.
30 Ekim 2009 Cuma
28 Ekim 2009 Çarşamba
27 Ekim 2009 Salı
Ne Okuyalim?: "What the Dog Saw"
Canakkale'deyim, arkadasimi bekliyorum Yali Caddesi sokagi icinde. Sokagin ici kitapci dolu, bana Istanbul'daki sahaflar cagristiriyor burasi. Disarda ahsap kitapliga koyduklari yeni ve ikinci el kitaplari satiyorlar, yerde de kitaplar var ve tabii bir de icerideki dukkanda tonlarca kitap. O gunlerde ne okusam diye dusunuyordum. Tek tek tum kitaplara dokunmak, on ve arka sayfalarini okumak, kokularini icime cekmek istiyorum. Aaa o da ne, Tipping Point Turkce'ye cevrilmis. Yanilmiyorsam Kivilcim Ani olarak cevrilmisti. Malcolm Gladwell'in 2. kitabi ama posetlenmis, icine bakamiyorum. Iceri giriyorum heyecanla ... Gencten bir adam sahibi, bazi kitaplari kartonlardan cikariyor, iceri bir iki musteri girip bazi kitaplari soruyor, onlara yardimci oluyor... Nasil da sicak bir gun, temmuz sonu gibi. Sohbet ediyoruz ayak ustu, Canakkaleli guzel okuyor diyor, icin icin cok seviniyorum.
....
Simdi blog arsivime baktim yazmamisim, oysa ki Malcolm'un 3. kitabi ciktiginda da bugunlerde hissettigim heyecani ve mutlulugu hissetmistim. The Outliers'i buradan haber vermistim gecen sene, sonra da bir solukta audio'sunu dinledim kitabin. Kitap bastan sona cok basarili. Ozet olarak; basarinin arkasinda egitim, azim, disiplin ve sans (evet sans cunku bazi donemleri ornek gosteriyor ki mesela bugunun 100 Forbes zengini zamaninin avantajini kullanmis olanlar diyor) ile birlikte 10bin saatlik profesyonel bir calismanin ve deneyimin olmasi gerekliligini savnunuyor. Bu 10 thousand hour rule kavrami literature de gecti, ara ara radyoda ya da medyada da duyuyorum. Ve gene bunu yaziya dokerken o kadar guzel ve ikna edici ornekler vermis ki kitapta, bilgi ve arastirmaci ruh konusuyor kesinlikle.Bu hafta yazarin 4. kitabi yayinlandi. Dogrusu bu kadar cabuk beklemiyordum yenisini, kendini ozleten yazarlardan kategorisindeydi benim icin, ne hos ki surpriz oldu gercekten bu kitap. Yeni kitabinin adi "What the Dog Saw". Gerci New Yorker'daki yayinlanmis yazilarinin edit'lerinden olusan, 3 ana kategoride, 20 denemeden olusan derleme, yeni demek ne kadar dogru bilmem. Yorumlara bakilirsa gene ilginc, kurnaz konular secmis okuyucuya.
....
Simdi blog arsivime baktim yazmamisim, oysa ki Malcolm'un 3. kitabi ciktiginda da bugunlerde hissettigim heyecani ve mutlulugu hissetmistim. The Outliers'i buradan haber vermistim gecen sene, sonra da bir solukta audio'sunu dinledim kitabin. Kitap bastan sona cok basarili. Ozet olarak; basarinin arkasinda egitim, azim, disiplin ve sans (evet sans cunku bazi donemleri ornek gosteriyor ki mesela bugunun 100 Forbes zengini zamaninin avantajini kullanmis olanlar diyor) ile birlikte 10bin saatlik profesyonel bir calismanin ve deneyimin olmasi gerekliligini savnunuyor. Bu 10 thousand hour rule kavrami literature de gecti, ara ara radyoda ya da medyada da duyuyorum. Ve gene bunu yaziya dokerken o kadar guzel ve ikna edici ornekler vermis ki kitapta, bilgi ve arastirmaci ruh konusuyor kesinlikle.Bu hafta yazarin 4. kitabi yayinlandi. Dogrusu bu kadar cabuk beklemiyordum yenisini, kendini ozleten yazarlardan kategorisindeydi benim icin, ne hos ki surpriz oldu gercekten bu kitap. Yeni kitabinin adi "What the Dog Saw". Gerci New Yorker'daki yayinlanmis yazilarinin edit'lerinden olusan, 3 ana kategoride, 20 denemeden olusan derleme, yeni demek ne kadar dogru bilmem. Yorumlara bakilirsa gene ilginc, kurnaz konular secmis okuyucuya.
16 Ekim 2009 Cuma
100$'lik Ozur
Cloud computing diye bir uygulama var bazi sirketlerde. Uyelik bazda ya da kullanim basina para odeyerek internet uzerinden bir servis aldiginizda, bunun arka planinda yatan data center'i, sirket, baska bir sirketten hizmet aldiginda kisaca buna cloud computing deniyor. Amazon'un web servisleri, Microsoft, Google data center'lari bu konudaki en buyuk ornekleri olusturuyor..
Gecenlerde ne oldu burada? T-Mobile'in Sidekick denilen smartphone musterileri, telefonlarindaki kontakt bilgilerini, fotolari, notlari, to-do list'leri, kisisel kayitli bilgileri kaybettiler. Cunku aslinda -bazi- telefonlardaki kayitlar siz telefona kaydediyorum sansaniz da, o bilgiler internet uzerinde bir warehouse'da tutuluyor. Ve eger bu kayitlar yedeklenmiyorsa, baska bir yerde de extra backuplanmiyorsa ya da clon'lanmiyorsa gecmis olsun. Telefonu acip Ahmet'i aramak istediginizde telefonunuzun adres hanesi bombos gorunebiliyor. Cunku T-Mobile bu isi Microsoft/Danger data center'ina cloud'lamis. Soylentiye gore onlar da Hitachi ile SAN disklerin upgrade'i ile ugrasirlarken disk gocuyor ve ellerinde yedeklenmis tape ya da data olmadigindan musteri kayitlari da ucuyor. Simdi T-Mobile, musteriden ozur dilemek icin de 100$'lik hediye karti ile 1 aylik ucretsiz servis veriyor.
IT'de bu is cok sik olur. Yedekleme isi, sistem yonetiminin en buyuk ozelliklerinden biridir. Biz gunluk backup haricinde bir de clone denilen, backup'in backup'ini alirdik.
SON SOZ: Siz siz olun, her daim data'nizi yedekleyin, baskasina guvenmeyin.
Gecenlerde ne oldu burada? T-Mobile'in Sidekick denilen smartphone musterileri, telefonlarindaki kontakt bilgilerini, fotolari, notlari, to-do list'leri, kisisel kayitli bilgileri kaybettiler. Cunku aslinda -bazi- telefonlardaki kayitlar siz telefona kaydediyorum sansaniz da, o bilgiler internet uzerinde bir warehouse'da tutuluyor. Ve eger bu kayitlar yedeklenmiyorsa, baska bir yerde de extra backuplanmiyorsa ya da clon'lanmiyorsa gecmis olsun. Telefonu acip Ahmet'i aramak istediginizde telefonunuzun adres hanesi bombos gorunebiliyor. Cunku T-Mobile bu isi Microsoft/Danger data center'ina cloud'lamis. Soylentiye gore onlar da Hitachi ile SAN disklerin upgrade'i ile ugrasirlarken disk gocuyor ve ellerinde yedeklenmis tape ya da data olmadigindan musteri kayitlari da ucuyor. Simdi T-Mobile, musteriden ozur dilemek icin de 100$'lik hediye karti ile 1 aylik ucretsiz servis veriyor.
IT'de bu is cok sik olur. Yedekleme isi, sistem yonetiminin en buyuk ozelliklerinden biridir. Biz gunluk backup haricinde bir de clone denilen, backup'in backup'ini alirdik.
SON SOZ: Siz siz olun, her daim data'nizi yedekleyin, baskasina guvenmeyin.
8 Ekim 2009 Perşembe
Kitapcidan
Kitaplari audio book olarak dinlemeye bayiliyorum. Ne var ne yok diye gecenlerde Borders'a gitmistim, gordum ki Orhan Pamuk'un 2 kitabi audio olarak rafta hafifce egilmis. Hemen duzeltip rafta iyice gorunecek sekilde ortaladim.
Diger bir sevdam da takvimler. Is yerinde Lonely Planet'le her ay seyahate cikardim, evde ise anne takvimi kullaniyorum. Evet boyle birsey var gercekten. Adi Mom's Calendar gibi birsey. Ilk olarak Almanya'da gormustum, o zamanlar US'de yoktu. Her birey icin ayrilmis satir ve gunune gore aktivite, randevu, seyahat vs. ne gerekiyorsa yazilabilecek sekilde duzenlenmis. Boylece evde sen bana soylemedin, ben bilmiyordum kavgasi yok.
Waldo kitaplarini hatirlar misiniz Bounce filminden. Hani Ben Affleck, Gwynett'in ogluna Waldo kitabini gosterip "buna bakalim mi" diyordu. Cocuk da buyumus edasiyla "ben artik 8 yasindayim" diyordu. Bence bu kitaplar her yasa, ozellikle konsantrasyon problemi olanlara buyuk fayda sagliyor. Yazari her sayfaya minik minik, incik cincik oylesine guzel cizimler yapmis ki, yapmaniz gereken her sayfada Waldo'yu, hirsizi, kopegi, durbunu, camera'yi, gozlugu, hediye fiyonkunu, kemigini bulmak. Eglenceli, zevkli ve kesinlikle duruma hakimiyet gerektirip, fokuslanilan bir kitap. Once buyuklere sonra cocuklara tavsiye edilir. Yukardaki resme tiklayin biraz bilgi verir belki. Iste onun takvimini de yapmislar, plastigin icinde oldugundan bakamadim.
4 Ekim 2009 Pazar
Balkondan Balkona
Madem balkondan gordugum manzarayi asagidaki post'a koydum, belki de baska hicbir ulkede olmayacak bir seyi de yazayim.
Yazin Canakkale'deki ilk gunlerimdeyim. Uzun zaman kalicam ya, bana internet lazim. Alt komsu evden tasinmak uzere ama internetini kapatmis. Hah tamam modemi ise yarar diye alip solugu Turk Telekom'da aldim. Abonelik kaydi yaptirip eve bir heyecan kostum. Ama maalesef bende Vista var, modem XP'ye kadar uyumlu. Bin turlu takla atsam da install edemedim. Hava sicak ve biz balkondayiz. Baktim karsi apartmana telefon baglaniyor. Alla alla dedim, orada ogrenciler oturuyor kimse de artik sabit hatli telefon almak istemiyor. Aksam uzeri filan cocuklar disarda bira icip balkon keyfi yapiyorlar. Selam dedim, kendimi tanittim. Sizde kablosuz internet var mi? Var dedi Mahmut. Telekom 2 gun once bagladi (2 gun onceki muamma cozuldu boylece). Bana 1 aylik baglanti lazim, acaba sizden kullanabilir miyim? Tabii olur olur dedi genc arkadasim. Aslinda kendisi evdeki baglantinin sahibi degilmis sonradan ogreniyorum. Sahip aksama gelecek dedi. Adini soyledi ama anlayamadim , aramizda 10 mt mesafe vardir herhalde. Ertesi aksam Sahip de balkona cikti. Selam Devrim dedim, bilgisayari etraftaki networkler icin taratinca goruyorsun ya, ordan herhalde kendi adini vermistir dedim (adini Devrim saniyordum megersem Mahit'mis, devrimci oldugundan network'une o ismi vermis). Mahmut soyledi dedi balkondan balkona. Ben size sifreyi vereyim dedi, olur dedim. Sifreyi iki uc seslenmede soyledi, anlastik ve benim 1 aylik komsunun kablosuzundan internet baglantim oldu, hayatim huzura kavustu.
Sonra ayrilirken Efesleri alip, cocuklara gidip tesekkur edeyim dedim. O apartman ve o daire benim 3 yil boyunca asagidan zili basip da ortaokula gitmek icin yol arkadasimi bekledigim yerdi. Yukardan "geliyoruuuum" diye seslenir ben 10dk daha onu beklerdim. Zili bastim ama bu defa yukari ciktim. Sohbet ettik cocuklarla, hatta Efeslerine ortak olmam icin iceri bile davet ettiler.
Sonra su yaziyi hatirladim bi pazar yazisinda Ertugrul Ozkok'un yazdigi ve TR'deki yasamin nasil da -kavga ve gurultulu de olsa- nasil sokaktan tastigini...
Yazin Canakkale'deki ilk gunlerimdeyim. Uzun zaman kalicam ya, bana internet lazim. Alt komsu evden tasinmak uzere ama internetini kapatmis. Hah tamam modemi ise yarar diye alip solugu Turk Telekom'da aldim. Abonelik kaydi yaptirip eve bir heyecan kostum. Ama maalesef bende Vista var, modem XP'ye kadar uyumlu. Bin turlu takla atsam da install edemedim. Hava sicak ve biz balkondayiz. Baktim karsi apartmana telefon baglaniyor. Alla alla dedim, orada ogrenciler oturuyor kimse de artik sabit hatli telefon almak istemiyor. Aksam uzeri filan cocuklar disarda bira icip balkon keyfi yapiyorlar. Selam dedim, kendimi tanittim. Sizde kablosuz internet var mi? Var dedi Mahmut. Telekom 2 gun once bagladi (2 gun onceki muamma cozuldu boylece). Bana 1 aylik baglanti lazim, acaba sizden kullanabilir miyim? Tabii olur olur dedi genc arkadasim. Aslinda kendisi evdeki baglantinin sahibi degilmis sonradan ogreniyorum. Sahip aksama gelecek dedi. Adini soyledi ama anlayamadim , aramizda 10 mt mesafe vardir herhalde. Ertesi aksam Sahip de balkona cikti. Selam Devrim dedim, bilgisayari etraftaki networkler icin taratinca goruyorsun ya, ordan herhalde kendi adini vermistir dedim (adini Devrim saniyordum megersem Mahit'mis, devrimci oldugundan network'une o ismi vermis). Mahmut soyledi dedi balkondan balkona. Ben size sifreyi vereyim dedi, olur dedim. Sifreyi iki uc seslenmede soyledi, anlastik ve benim 1 aylik komsunun kablosuzundan internet baglantim oldu, hayatim huzura kavustu.
Sonra ayrilirken Efesleri alip, cocuklara gidip tesekkur edeyim dedim. O apartman ve o daire benim 3 yil boyunca asagidan zili basip da ortaokula gitmek icin yol arkadasimi bekledigim yerdi. Yukardan "geliyoruuuum" diye seslenir ben 10dk daha onu beklerdim. Zili bastim ama bu defa yukari ciktim. Sohbet ettik cocuklarla, hatta Efeslerine ortak olmam icin iceri bile davet ettiler.
Sonra su yaziyi hatirladim bi pazar yazisinda Ertugrul Ozkok'un yazdigi ve TR'deki yasamin nasil da -kavga ve gurultulu de olsa- nasil sokaktan tastigini...
Bazen de Oylesine
TR'de hayat balkonlarda gecer. Hele yazinsa sabah kalkip balkona atarsin kendini, afyonunu balkonda patlatirsin, balkonda mangal yapip, esle dostla balkondan balkona muhabbet edersin. Yemek yer, keyiflenir, bizim asma yapraklari altindaki balkonomuz gibiyse golgelenir, uzanip annem gibi uyuyup, sen evdeyken bile disardaki hayati yasamaya devam edersin.
Canakkale'de kaldigim o kadar sure boyunca balkona her ciktigimda yuzlerce kere su karsidaki duvara yazilmiz grafitiye takildi gozlerim. Her gun onlarca kere oraya baktim ve her defasinda da kafamdaki neyse gulumsedim. Hala ne zaman kafamda kendimi medite etmek istesem, o yazi ve o resim aklimda. Iste burada da var artik. Bazen de oylesine iste, baska ne anlam ariyorsun ki... Sagolasin Drej.
3 Ekim 2009 Cumartesi
Bir Blog & Bir Dizi & Psikoterapi
Kimimiz cogu zaman gecmise takiliyoruz, kimimiz bugunun olaylarinda kayboluyoruz, kimimiz gelecek ne getirecek diye endiseleniyoruz, bazen kendimiz ya da etrafimizdakilerle fazlasiyla ilgiliyiz, oyle ya da boyle kendimizle, cevremizdekilerle, gecmisle, gelecekle, olan biten mevcut bir suru seyle mucadele halindeyiz. E zaten bunu adi da hayat, baskasi ne olabilir? Ama bir de daha sakince yasanilasi var, daha az uzulesi var, daha olaganca kabul ederekten gidilecek bir yol da var di mi, ya da olmali...
Uzun bir suredir Happiness In This World diye bir blog var onu takip ediyorum. Yandaki link'de de adresi var. Yazari sik sik NY Times'in saglik makalelerinde yorumlarda bulunyor ben de orada gordum link'ini. Kendisi Yahudi asilli Budist bir tip doktoru ve her hafta insan iliskileri, kisisel gelisim, saglik, mutluluk uzerine yazilar yaziyor.
TR'ye tatile gitmeden once bi arkadasimin tavsiyesiyle bir dizi izlemeye basladim. Adi In Treatment. Arkadasim Israil'den buraya goc etmis ama hala vataniyla iliskileri devam eden birisi. Bu dizi Israil'de yapilip cok tutulunca, Hollywood da hemen Amerikan versiyonunu cekmis. Uzun diziler genis zaman gerektirdiginden oncesinde acaba bitirebilir miyim diye tereddutlendim ama durum su: Amerika'da derler ki, herkesin hayatinin bir doneminde psikoterapi yaptirmasi gerekir. Simdi sebepleri es geceyim ama sonuc su, psikoterapi bu diziyle evinize geliyor.
Paul 50 yasinda bir psikiyatrist. Muayenehanesine degisik tipler terapi seansi icin geliyor. Ilk sezonda kendine asik oldugunu soyledigi Laura'yla basladi dizi. Sonra jimnastikci Sophie'nin bir kaza sonrasi danismanlik diye gidip terapiye donusturdugu asabi, hircin teenage karakteri, sonra kendi alaninda 1 numara oldugunu iddia ettigi, ukala, herseyi analiz eden hava kuvvetlerindeki pilot geldi ve cift terapi konusunda da Amy ile Jack evlilik sorunlari icin dizideki karakterleri olusturuyordu.Ama asil ilginci, isini profesyonelce yapan ama arada bir hastalarinda da kendi hayatindan da bunalan ana karakter Paul'un baska bir emekli is arkadasina terapiye gitmesiydi ki, bence diziyi en sahici yapan kismi da burasi oldu.
Basta 1-2 bolum Paul'un aksaninin nerden oldugunu anlayamadim, megersem adamimiz Irlanda'liymis. Sordugu sorular, yaklasim tarzi, sakinligi ve konuya iliskin sakilligi yarim saatlik her bolumu 50 dakikalik gercek bir terapi seasiymis gibi yansitiyor. Cok basarili bir secim bu dizi icin.
Dizinin ilk sezonunu 3 hafta once bitirdim ve sunu farkettim. Psikolog ya da psikiyatrlar aslinda size kafanizdaki sorulara cevap vermiyorlar, cevap gene insanin kendisinde sakli ama en buyuk yardim sorun olan konu neyse, o pattern'i yani benzer olaylarin sablonunu cikartmaya yardimci oluyorlar.
Ben geriden, Netflix'deki DVD'lerden izliyorum diziyi. Henuz 2. sezonun DVD'si cikmadi ama ozetlere bakilirsa gene bolca analiz ve heyecan var.
Uzun bir suredir Happiness In This World diye bir blog var onu takip ediyorum. Yandaki link'de de adresi var. Yazari sik sik NY Times'in saglik makalelerinde yorumlarda bulunyor ben de orada gordum link'ini. Kendisi Yahudi asilli Budist bir tip doktoru ve her hafta insan iliskileri, kisisel gelisim, saglik, mutluluk uzerine yazilar yaziyor.
TR'ye tatile gitmeden once bi arkadasimin tavsiyesiyle bir dizi izlemeye basladim. Adi In Treatment. Arkadasim Israil'den buraya goc etmis ama hala vataniyla iliskileri devam eden birisi. Bu dizi Israil'de yapilip cok tutulunca, Hollywood da hemen Amerikan versiyonunu cekmis. Uzun diziler genis zaman gerektirdiginden oncesinde acaba bitirebilir miyim diye tereddutlendim ama durum su: Amerika'da derler ki, herkesin hayatinin bir doneminde psikoterapi yaptirmasi gerekir. Simdi sebepleri es geceyim ama sonuc su, psikoterapi bu diziyle evinize geliyor.
Paul 50 yasinda bir psikiyatrist. Muayenehanesine degisik tipler terapi seansi icin geliyor. Ilk sezonda kendine asik oldugunu soyledigi Laura'yla basladi dizi. Sonra jimnastikci Sophie'nin bir kaza sonrasi danismanlik diye gidip terapiye donusturdugu asabi, hircin teenage karakteri, sonra kendi alaninda 1 numara oldugunu iddia ettigi, ukala, herseyi analiz eden hava kuvvetlerindeki pilot geldi ve cift terapi konusunda da Amy ile Jack evlilik sorunlari icin dizideki karakterleri olusturuyordu.Ama asil ilginci, isini profesyonelce yapan ama arada bir hastalarinda da kendi hayatindan da bunalan ana karakter Paul'un baska bir emekli is arkadasina terapiye gitmesiydi ki, bence diziyi en sahici yapan kismi da burasi oldu.
Basta 1-2 bolum Paul'un aksaninin nerden oldugunu anlayamadim, megersem adamimiz Irlanda'liymis. Sordugu sorular, yaklasim tarzi, sakinligi ve konuya iliskin sakilligi yarim saatlik her bolumu 50 dakikalik gercek bir terapi seasiymis gibi yansitiyor. Cok basarili bir secim bu dizi icin.
Dizinin ilk sezonunu 3 hafta once bitirdim ve sunu farkettim. Psikolog ya da psikiyatrlar aslinda size kafanizdaki sorulara cevap vermiyorlar, cevap gene insanin kendisinde sakli ama en buyuk yardim sorun olan konu neyse, o pattern'i yani benzer olaylarin sablonunu cikartmaya yardimci oluyorlar.
Ben geriden, Netflix'deki DVD'lerden izliyorum diziyi. Henuz 2. sezonun DVD'si cikmadi ama ozetlere bakilirsa gene bolca analiz ve heyecan var.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)