27 Aralık 2005 Salı

Iste 2006 da Geldi




"Toplum sarmali" deniyor sosyolojide. Orhan Pamuk bir kitap yazdiysa alinip okunacak. Sikilip bunalsaniz da, o kitap bitecek illa. Ya da Yilmaz Erdogan film cekti, gidilip gorulecek. Herkes Aliye'yi izliyorsa sen de izleyeceksin, izleyeceksin ki toplumu etkileyen dinamiklerin bir parcasi olacaksin.


Her yerde; 2005 biterken, yeni bir yil daha geliyor, gelecek sene neler getirecek, 2005'in en'leri gibi basliklari gorunce ister istemez siz de kendi capinizda bir yeni yil listesi yapmaya basliyorsunuz.

  • Bu Amerikalilarin resolution list'leri pek meshur. Boy boy gelen ilanlardan goruluyor ki ilk sirada hemen bir gym'e yazilip kilo verme isi var. Bu da oyle bir is ki, bu adamlar bu kadar yagli yiyip, sonra gym salonlarinda onlarca mil kosup nasil zayif olabilirler ki...
  • Sonra daha cok kitap okuyup, daha cok sosyal etkinlige gitme giriyor listeye.
  • Sigara iciyorsaniz, yeni yilda mutlaka sigarayi birakma, en azindan azaltma kalemi vardir listede.
  • Sonra para biriktirilecek. Gereksiz harcamalar kisilip, kenara uc bes kurus para atmanin yolu bulunacak. Hatta bunun icin bir finans planlama uzmanindan yardim alinacak.
  • Kariyer konusunda biraz daha asilip, calisip iyi bir egitim programi hazirlamali.
  • Bir iMac'im olsun, yaninda digital SLR da iyi gider diyorum ben. Hatta bu dileklerinizi bi klikle amazon'dan gerceklestirmek cok mumkun. Yoksa benimki haftaya gerceklesecek mi?
  • Ve kesin yeni yilda daha organize, duzenli olacaksiniz. Hatta bunun icin simdiden bir 2006 takvimi ve ajandasi alip sevdiklerimizin dogum gunlerini, evlilik yil donumlerini isaretlediniz bile.

Iste liste boyle devam edip gidiyor.

Saglik basta olmak ve sevdiklerimizi yanimizda sag salim gormek, hissetmek, iyi haberlerini almaktan baska ne beklentisi olsun ki insanin... Basit seyler gibi gorunuyor ama insan en cok basit gordugu seyleri, yaninda olan insanlari ihmal ediyor.

Herseyin basi sevgi, umut, heyecan, baris, arayis. 2006 herkesin kendi kisisel tarihinde bunlari saglar umarim.

20 Aralık 2005 Salı

Life Is Like A Box Of Chocolate

Siz nasil yazarsiniz cukulatayi. Cikolata mi cukulata mi? Dogru yazilimina baktim TDK web sitesinden cikolata diyor, cukulatayi vermemis ama bana gore soylenisi de yazilimi da daha dogru geliyor cukulata deyince.

Simdi ben bu yaziya neden mi bu basligi koydum? Forrest Gump filminde annesi "life is a box of chocolate, you never know what you'll get" der. Hakikaten o kadar surprizli bir sey mi icinden ne cikacagi belli olmayan?

Simdi bu seytani yiyecek ta nuh-u nebi zamanindan beri var. Aztekler (13.yy) zamaninda "chocolatl" diye aci su anlamina gelen bir icecegi tuketiyorlamis. Kakao cekirdeklerinden elde edilen bu icecek yillar sonra icine vanilya, hindistan cevizi, seker, tarcin gibi cesitli aromatik maddelerin ilavesiyle zamanimizdaki tadi bulmaya baslamis. Ilk sutlu cukulata Daniel Peter tarafindan Vevey'deki bir Isvicreli tarafidan 1876'da yapilmis.

Tropik bolgelerde yetisen kakao agaclarindan elde edilen kakao cekirdekleri, kurutulup, temizlenip, isitilitip, kavrulduktan sonra icindeki aroma ve ozunu ortaya cikaran kucuk parcaciklar haline getirilir. Nibs denilen bu kakao cekirdekleri %53 oraninda kakao yagi icerir. Parcalanip ogutulen ve un haline getirilen taneler, isitilma prosesi esnasinda yag haline gelir.
Cukulata likoru denilen bu yag (iste bu yag cok onemli), aslinda cukulatanin ana yapi tasi. Bu likorun sertlesmesi sonucunda ise aci veya tatlandirilmamis cukulata elde edilir. Simdi buraya kadar cukulata ile kakao tozu ya da bizim tatlilara serptigimiz kisaca kakao dedigimiz seyin yapimi ayni. Kakao yaginin, bu cukulata likorinden ayrilmasi sonucunda kati kisminin
ezilip pudralastirilmasiyla kakao tozu elde ediliyor, elde kalan kati kisim kurutularak icine kakao yagi ilave edilmesiyle de cukulata elde ediliyor. Tabii uretilecek cukulata tipine gore seker, sut ve diger aromalarin da ilavesiyle bizim yedigimiz hale geliyor.

Benim cok severek yedigim beyaz cukulata aslinda cukulata degilmis. Cunku cukulata likorunden degil, sadece kakao yagi, sut ve aroma eklemesiyle yapiliyormus. Sutlu cukulata, aci ya da bitter cukulatada degisen oranlardaki kakako likorune gore bizim damaklarimizdaki lezzet elde ediliyor.

Yilda ne kadar cukulata tukettiginizi hic dusundunuz mu? Ben gunde 100gr'lik bir paketi kis aylarinda rahat yedigimi dusunerek, hele findikliysa ya da tiramisuluysa ya da antep fistikli ya da visne likorlu ya da Lindt'in tum cesitleriyse, bu ayda 3 kg yapar. Korkunc bir rakam. Yillik tuketim 36 kg. Benimkisi bilimsel bir olcum degil elbet ve bu konuda sampiyonlugu
Isvicrelilere birakiyorum. Yilda tam 12 kilo cukulata yiyorlarmis. Bu ayda 1 kilo, gunde 33 gr yapar. Yani gunde bir cokoprens buyuklugunde cukulata yiyorlar ve tercihleri de koyu renkli, bitter cukulataymis. Amerikalilarin tercihleri ise sutlu cukulatadan yana.


  • Serin yerde saklanmali ama asla bu yer buzdolabi olmamali. Icindeki yagi daha da katilastirip, oda sicakligina gelince icindeki yag homojen dagilim ozelligini kaybediyor bana gore.
  • Ogleden sonra yemek ustune icilen kahvenin yaninda mukemmel bir arkadas. Ya da caniniz sikkin, mutfaga girip bir topak diye agziniza atinca sizi ne kadar mutlu ettigini goruyorsunuz degil mi? Cunku cukulata beyinde endorfin hormonunu salgilayip insanlari mutlu etme ozelligine sahip bir antidepresan. Tabii o bir topak bir bar oluyor, bir bar sonunda bir paket oluyor ama mutlusunuz ya o an icin, gerisi onemli degil.
  • Migrenli kisiler kesinlikle uzak durmali cukulatadan. Uyarici etkisinden dolayi migreni tetikleyebilir diyor bilimsel veriler. Acaba ben uzak duramadigim icin mi bu kadar sik basim agriyor? Zaten tarihte afrodizyak ve uyarici etkisinden dolayi zaman zaman yasaklanmis.Bir de diyet yaparken yenmemeli ya da az yenmeli. Diyet cukulatalar da var ama tadi hic ayni degil. Icindeki kalori oranini yazinca yuregim sikisiyor. 100gr'inda tam 560 kalori var. Bunu harcamak icin 1.5 saat kosmak ya da 2.5 saat yurumek lazim.
  • Kopeklerin asla cukulata yememesi lazimmis. Icindeki "theobromine" maddesi susuzluk ve kusmaya neden oldugundan ishal ile baslayan durum olumle sonuclanabilirmis.
  • Her daim, her yere gidebilecek en uygun bir hediye. Noel ve yilbasi icin hazirlanan Godiva'lar, Neuhaus'lar, Lindt'ler o kadar bastan cikarici ki dukkanlarda mucevher gibi degerli gorunuyor paketlerin icinde.
  • Belcika'ya gidip de Leonidas'i bilmeyen yoktur. Godiva'lar her kitada meshur oldu da Leonidas'lar Amerika'ya ne zaman gelir diye sabirla bekliyorum. Bizde lokum usulu kiloyla satilan turden oranin cukulatalarindan. Himmmmm mukemmel bir lezzet, bak agzim sulandi yazarken bile.

Gene sene Koln'e gittigimizde gezdigimiz cukulata muzesi bize bu prosesin ne kadar mesakkatli ve ozen gosterilmesi gerektigini anlatti.

Mutlulugunuz daim, cukulataniz eksik olmasin.

19 Aralık 2005 Pazartesi

Ortalama Amerikali

Sabah ise geldim ve yan kupteki eski ofis admin'imizi aglar duyunca cok sasirdim. Burada hicbir zaman ama hicbir zaman kimsenin birakin aglamasina, ses tonlarini bile yukselttigine sahit olmadim. Amerikalilarin duygularini pozitif yonde abartmasina, gulmesine, bagirarak konusmasina aliskinim ama aglamasina, ya da uzuntulerini belli etmesine hic degilim. Kafamda bunlar dolasirken Hurriyet'in pazar ekinde Ortalama Amerikali konulu bir yazi okudum. Soyle yaziyor ortamala Amerikali icin. Ben de bu listeye katiliyorum.

En az beş yıldır aynı evde oturuyor.
Lise mezunu.
Ailesi çok önemli. En az bir çocuğu var.
Saat 12’den önce yatağa giriyor.
Hıristiyan. Ayda en az bir kere kiliseye gidiyor. Din onun için çok önemli.
En az bir motorlu aracı var. Ehliyeti ve evinde kapalı garajı var. Emniyet kemeri takıyor.
Evinde en az bir evcil hayvanı var.
Hayatından memnun ve sorulduğunda mutlu olduğunu söylüyor.
Kürtaja karşı. Çevrenin korunması için daha sert kanunlar çıkarılmasını istiyor.
Oturduğu evin değeri 100-300 bin dolar arasında.
Hayatında en az bir kere silah kullanmış ve bireylerin silah taşıma hakkını savunuyor.
Kumarın kabul edilebilir bir eğlence seçeneği olduğunu düşünüyor.
Yılda 15-75 bin dolar arasında para kazanıyor.
Her yıl bir yardım derneğine bağışta bulunuyor.
Sağlık sigortası var.
Her gün soda ve kahve içiyor.
Evinde kahve makinesi var.
Haftada bir ekmek yiyor. Her gün fıstık ezmesi yiyor.
Irak’taki askerleri destekliyor.
Esrarın yasallaşmasına karşı.
Eşcinselliği alternatif bir yaşam tarzı olarak kabul ediyor.
Eviyle işinin arası ortalama 8 kilometre.
Evinde DVD ya da VCD izleme cihazı var. Her gün TV izliyor.
Balkonu ya da verandası var. Orada bir de mangalı var.
Her gün gazete okuyor.Geçen yıl bir kitaba başladı ya da bitirdi.
Her gün dişlerini fırçalıyor, yılda bir kez dişçiye gidiyor.
Her gün duş alıyor. Duş süresi 10.4 dakika. Duşta kesinlikle şarkı söylemiyor.
ATM ve kredi kartı var.
Kredi kartı borcu var.
İnternet kullanıyor. Bilgisayar oyunu oynuyor.
Evinde Noel ağacı var.
Beyzbol fanatiği.Telefon numarası şehir rehberinde kayıtlı.
Bir McDonald’s’a 3.2 km, bir Wal Mart’a 20 dakika uzaklıkta oturuyor.
Yılda bir kez seyahate çıkıyor.

15 Aralık 2005 Perşembe

Corporate Amerika'da Benefitler'e Yazilma Zamani

Bu yaziyi yazmak icin biraz gec kaldim aslinda. Ekim-Aralik arasi Amerika'da eger bir corporate sirkette calisiyorsaniz gelecek sene icin, sirketin size maasinizin yaninda verecegi diger seylere uye olma zamanidir.

Saglik, dis, goz sigortasi yaninda yasam sigortasi, eczane ilac plani, kisa ve uzun donem sakatlik sigortasi, hukuksal konularda danismanlik alma, emeklilik planlari, cocuk bakimi ya da sorumlu oldugunuz birisine bakim gibi konularda kayit olunmasi gerekir.

Konu saglik sigortasi olunca ozellikle herkesin dikkat gostermesi gerekiyor ki, buradaki saglik sisteminde sigortanin ne kadar sart oldugunu anlatmak icin soyle diyeyim. Sadece bir doktor viziti 150$-200$ arasi. Eger sigortaniz varsa genellikle sadece co-pay denilen 20-30$lik ufak bir para odeyip vizit basina gerisini sigortaya havale ediyorsunuz. Tabii sigortaya katki payi buyuk oranda isverenden, kalani sizin bordronuzdan. Secilen sigorta turune (PPO, HMO) ve sirketin size onerdigi deduction tutarlarina gore belki harcamalarin ilk 500$ ya da 1000$'ini kendi cebinizden yapmaniz gerekebilir.

John Q diye guzel bir film izlemistim gectigimiz birkac yil once. Kendisinden habersiz sigorta plani PPO'dan HMO'ya gecince kalp rahatsizligi geciren 8 yasindaki ogluna bir donor'dan kalp bulmak icin ugras veren babanin hikayesi. Cunku yeni sigorta plani kalp bagisini kapsamiyor ve bu da cepten cikacak ton binlerce dolar demek o aile icin.

Bu ulkede hersey secimler uzerine dayaniyor. Secimlerinizi akillica yapabilmeniz icin de elinizde tahmin ve istatistikler olmasi lazim. Istatistikler gecen yillardaki harcamalariniz, tahminleriniz de bulundugunuz kosullara gore yapacaginiz harcamalara dayanir. Bu veriler isiginda isveren neyi oneriyorsa duruma uygun secim yapmak gerekir. Herkesin durumu kendine ozel.

Bu yilki kayitlar sirasinda gordum ki, sigara icmiyorsaniz indirim aliyorsunuz. Sigarayla savas konusunda Amerika cok basarili. Peki ya sismanlik icin?!? Vucut-agirlik indeks'i dedikleri BMI obezite sinirlarina giriyorsa sigorta sirketi sizi sakatlik icin sigortalamiyor. Bir nevi ceza oduyorsunuz obez oldugunuz icin.

Saglik harcamalarindaki artis yilda ortalama %8 kadar ve her yil bizim koydugumuz pay giderek artarken, odedigimiz co-pay'ler de artiyor. Email gruplarinda sik sik Amerika'da dogum konusu gundeme geliyor. Epiduralli normal dogumun 10-12bin, sezaryanin 18-20bin arasinda degistigi goz onunce tutulursa bu ulkede saglik sigortasina ne kadar ihtiyac oldugu asikar.

Sonra dis ucretleri. Bu konuda en pahali ulke Isvicre diye okumustum yillar once. Turkiye hala saglik harcamalari konusunda mutevazi kapsama giriyor. En kotu ihtimalle devlet ya da sigorta hastanesi kuyrugunda beklemeyi goze alip ya da bilemediniz doktorun muayenesine gidip 50-60$'a muayene olabilirsiniz. Gecen yil kirilan disime burada 450$ cikarilan fatura, Turkiye'de bana 70$'a maloldu. Birebir karsilastirmak cok dogru degil tabii. Karsiliginda alinan servis, hasta takibi, hasta haklari acisindan terazinin ne tarafa agir bastigini siz dusunun.

Goz sigortasi burada kapsami acisindan kontak lens ve goz muayenesi ile sinirli. Eger lasik gibi bir goz duzeltme ameliyati yaptirmak istiyorsaniz, sigortaniz oldugundan indirim sagliyor ama tek goz 700$'lar civarinda.

Yasam sigortasi (life insurance), kisa ve uzun donem sakatlik sigortalari da (short term disability ya da std, long term disability ya da ltd), sirketin anlasmali sigorta sirketlerinden alinirsa cok daha hesapli. Amerika finans dunyasininda sigorta sirketlerinin enstrumanlari ve urun cesitliligi dusunuldugunde disaridan bir yasam sigortasi yaptirmak gerekli olmakla birlikte oldukca pahali bir harcamadir da. Annelik izni ya da dogum izni (maternity leave) burada kisa donem sakatlik plani altinda 6 hafta ucretli (o da maasininizin %85'i) ve 6 hafta ucretsiz olmak uzere 12 hafta verilir. Veya aileden birisinin hastaligi durumunda bu 6 haftalik izni almak mumkundur. Is yerinde sakatlanma ve uzun sure isten uzak kalma durumlarinda eger sigortaniz varsa planiniza gore maasinizin %66'si eger yoksa %50'i odenir. Gene bu oranlar isverenin size onerdigi planlarla orantilidir.

Bir de bana burada ilk zamanlar komik gelen sayiyla ilac verme durumu var. Sigorta sirketlerinin baskisi mi, doktorlarin ilac kullanimina karsi olduklarindan midir bilmiyorum, eger 10 gunluk antibiyotik tedavisi alacaksaniz, size 10 gunluk ilac verilir. Asla fazla degil... Belki de bu yuzden her marketin ilac koridorlarinda, recetesiz alabileceginiz tonlarca ilac bulunur. Rx (prescription) denilen receteyle alinacak ilacalr ancak eczanelerde satilir. Buradaya da gene eczane planina veya dahil edilmisse saglik planina gore bir co-pay odemek gerekir.

Yurtdisindan ozellikle uzun sureli gelenler icin seyahat sigortasini hatirlatayim. TR'den de alinabilecek seyahat sigortalari mumkun ama web'den daha genis kapsamli ve ucuza alinabildigini gordum.

Aslinda yazilacak cok sey var bu konuda. Deduction, PPO, HMO gibi baslangicta anlamakta hayli zorlandigim, kapsamlarini ogrenmek icin bir hayli arastirma yaptigimdan simdi icim rahat, bundan sonraki secimleri daha bilincli yaptigimi dusunuyorum.

14 Aralık 2005 Çarşamba

Bir Geysanin Anilari (Memoirs Of A Geisha)

Bu ani-biyografi kitabi beni cok etkiledi. Arthur Golden'in best-seller olmus kitabi gercek bir oykuye dayaniyor. Yakinda sinema filmi de geliyor, o zamana kadar beklemeyi dusunuyordum yazmak icin ama film hakkkindaki elestiriler olumlu degil hatta Newsweek 2005'in en kotu 5 film listesinde yayinliyor. Bakalim 23 aralikta gorebilirsem hayalkirikligi mi yasayacagim bilmiyorum. Cunku senaryo itibariyle cok egzotik, epik ve sanatsal konusu var. Tipik Hollywood yapimlarindan bunalanlar icin ideal diye dusunuyorum.

Roman 1929'da Japonya'da kucuk bir kasabada dogan Chiyo isimli kizin annesinin hastalanmasi ve kisa zaman sonra olumu uzerine ablasiyla birlikte bir geysa evine satilmasiyla basliyor. Henuz 9 yasinda o zaman. Uzun zaman ablasiyla gorusemez ve aradan gecen uzun zaman sonra bulustuklarinda kacmaya karar verir ancak, dama cikmis tam kacacakken duser ayagini kirar. Satildigi evde, oranin sahibi olan kadin (mother) eger gelen kiside geysahaneye para kazandiracak bir deger gorurse o zaman o kizlari geysa olarak yetistirir, degilse hizmetci olarak calisiyorlar. Geysa olmak hic kolay degildir. Uzun zaman boyunca dans, muzik, servis, yazi sanati (kaliagrafi) gibi konularda egitim aliyorlar. Makyajlarini yapmalari, saclarini taratmalari, kimonalarini giymeleri nerdeyse hep bir toren. Mesela o sacla uyumalari imakansiz ve ona gore duzenlenmis yastiklari oluyor. Sadece gunde birkac saat oturur gibi uzanmis uyuyorlar zaten. Ya da beyaz pudrayla basladiklari makyajlari birkac saat aliyor.

Japon kulturunun onemli bir parcasi olan geysalar, daha cok erkekleri eglendirmek, cesitli acilislarda bulunmak, erkeklere kavalyelik yapmak, arkadaslikta bulunmak gibi bir fonksiyona sahipler. Tabii butun bunlar o kadar sanatsal yapiliyor ki, bir geysanin dans, muzik, guzel konusma, gundelik hayatin konulari icinde olmasi gerekiyor.Geysa olabilmek icin sizi mali konularda sponsor eden biri oldugu kadar, bir de buyuk ablanizin olmasi lazim. Geysa olunca ozel bir isim veriliyor o kisiye ve buyuk ablanin deneyimlerinden yararlanmak uzere onunla birlikte cay partilerine, gosterilere katiliyorlar. Acik arttirma ile bekaretleri satiliyor ve kitabin kahramani o donemin rekor fiyatina gidiyor. Hatta bu rekor uzun yillar yeni adiyla Sayuri'de (Chiyo) kaliyor. Sayuri guzelliginin ve yeteneklerinin farkinda olmayan bir geysa. Etrafindaki geysalarin kiskancliklari ve ayak oyunlari, Sayuri'yi buyuk abla Mameha'nin akilli bir yonlendirmesi sonucunda geysa evinin o zamanki kralicesi olan Hatsumomo'nun gazabindan koruyor. Hatta oylesine bir strateji isleniyor ki sonunda, Sayuri geysa evinin sahibi olmak uzere evin sahibi tarafindan evlat ediniliyor.

2. dunya savasi sirasinda geysahaneler kapatiliyor. Savas bitince tekrar geri donuyorlar giyona (geysahane). Bu geysahaneler, ozel gizli bir bolgede kurulmus gibi. Kahramanimiz uzun yillar boyunca henuz cocukken gordugu orta yasli bir adama (Mr. Chariman) asiktir. Hayatlari surekli birbirlerine teget gecen bu iki insan cok yillar sonra kesisirler ve gene geysaligin bir ozelligi geregi Mr. Chairman Sayuri'ye dana olur yani onu himayesine alir. Metres kelimesi belki dana'nin Turkce'deki karisligi ama herseyde o kadar saygi, itaat ve gurur var ki, bu kelime biraz zayif ve yabani kaliyor kanimca.

Kitapta aile iliskilerine, erkeklerin giyona giderken kendi eslerinin bu durumu nasil karsiladiklarina ya da kahramanin Mr. Chairman'den olan cocuguna deginilmemis. Mr. Chairman'in Japonya'daki nufuzu dolayisiyla Sayuri 80'lerde Amerika'ya gelir yerlesir ve NYC'de bir cay evi kurar. Musterileri yine Japonya'dan tanidigi kisilerdir.80-90'li yillarda cok is yapar. Donemin sanatcilari, entellektuelleriyle beraber yasaminin sonuna kadar Manhattan'da yasar.

Bu 320 sayfalik ya da benim dinledigim kadariyla 20 saatlik kitap kesinlikle okumaya deger. Umarim filmi de bir o kadar carpici gelir.

23 aralikta sinemalarda...

13 Aralık 2005 Salı

Dusene Kadar Alisveris Etmenin Tam Zamani

Halloween bitti ve hemen ertesinde abartmiyorum nefes almadan, soyle bir durup dinlenmeden, 1 kasimda dukkanlar ve insanlar once sukran gunune (Thanksgiving) sonra da Christmas'a hazirlanmaya basladilar. 1 kasim-31 aralik arasi burada holiday season, bayram donemi diye geciyor. Sirketlerin cirolarinin tavan yaptigi aralik ayi, diger 11 aydaki tum satislardan daha cok satis yapiyor.

Yasadigimiz sehirler isiklandi, bizim yilbasi cicegi dedigimiz cicekler konuldu etrafa, belediyenin koydugu hoparlorlerden "jingle bells, jingle bells" melodileri duyulmaya basladi. Kasimin 30'unda Rockefeller'deki devasa agacin isiklari da torenle yaninca istemeseniz de kendinizi bir bayram atmosferinde buluyorsunuz. Is yerinde projeler 24-25 araliktaki Noel'e gore duzenleniyor, TV programlarinda Xmas'la beraber Hanukkah esintileri, reklamlar, vizyona girecek filmler, pisirilecek yemekler, yemek tarifleri, kitapcilardaki dergiler, kitaplar, muzik albumleri, is arkadaslarinizdan "hediyelerini tamamladin mi" sorulari esliginde bir sure sonra "booo" getirecek kadar doluyor insan. Sisman Santa amcamiz yuzunde kocaman gulumsemesiyle cocuklara goz kirpiyor her koseden.

Araba mi alacaksiniz, bak Xmas indirimi var, kosa kosa git onu al, bir iki uc adet kazak yetmez, bak Noel dolayisiyla 2 tane alana 3. bedava, 4. %50 indirimde, TV, bilgisayar almanin TAM zamani, hele o digital camera hic kacmaz. Motto'muz daha cok al ki daha tasarruf et uzerine kurulu yeni dunyada. Buradaki insanlar icin mallarin fiyatlari, kredi kartlarinda odenecek rakamlar, sadece 0 ile 9 arasindaki sayilarin kobinasyonundan olusan numaraciklar. Kitapcilarda yuzlerce kitap, tv ve radyo programi insanlari borc batagindan kurtamaya calismak icin ugrassa da, kapitalist duzen, insanlara daha cok harcatarak "Keep America rolling" pesinde.

Hani kazara filan bir mall'a gideyim de soyle etrafta ne varmis demek imkansiz bugunlerde. Park bulmak imkansiz, millet gece yarilarina kadar alisveriste, dedik ya, shop 'till you drop.

Tamam Amerika'nin nufusunun %90'ina yakinin Hiristiyan oldugu dusunulurse Noel kutlamalarina verilen anlam anlasilir da, ayni bicimde Yahudilerin Hanukkah'i icin ne demeli, Yahudiler sadece %1.8 oranindayken nufusun?

Neyse sozu uzatmiyayim, bir de dilime dolanan su "wish you a merry christmas, wish you a merry christmas" sarkisindan bir kurtulabilsem.

Sabri olan herkese iyi alisverisler bugunlerde.

7 Aralık 2005 Çarşamba

Eflatun'a Sormuslar

Eflatun'a iki soru sormuslar:
Birincisi; "Insanoglunun sizi en çok sasirtan davranislari nelerdir?
Eflatun tek tek siralamis: "Çocukluktan sikilirlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarini ozlerler. Para kazanmak için sagliklarini yitirirler. Ama sagliklarini geri almak için para öderler. Yarindan endise ederken bu günü unuturlar. Dolayisiyla ne bu günü ne de yarini yasarlar. Hiç ölmeyecekmis gibi yasarlar. Ancak hiç yasamamis gibi ölürler."

Sira gelmis ikinci soruya;
"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine siralamis: "Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayin. Yapilmasi gereken tek sey sadece kendinizi sevilmeye birakmaktir. ÖNEMLI OLAN; HAYATTA EN ÇOK SEYE SAHIP OLMAK DEGIL, EN AZ SEYE IHTIYAÇ DUYMAKTIR."

5 Aralık 2005 Pazartesi

Tasimasan Olmuyor

Her telefon calisinda ayni sey oluyor. Telefonu cantada bulup alincaya kadar kaciriyorum gelen cagriyi. Sizin cantaniz nasil bilmem ama ben elimi attigimda aradigim seyi bulmam artik cok zamanimi aliyor. Tamam anladik elektronik devirdeyiz ama bu kadar elektronik olmak beni organize degil aksine dagitmaya basladi.

Bir bayanin cantasinda ne olur. Cuzdan, bir iki ufak makyaj malzemesi, ufak bir not defteri belki, ev, araba anahtarlari degil mi? Hele modacilar cantalari kuculttukce ben hicbir seye sigamaz oldum. Hani su minicik cantalari sikis tikis omzuna asan hanimlara bayiliyorum. Ben oyle kucuk canta takinca elime bir de ikinci cantayi almak zorunda kaliyorum. Cunku... Bir defa iPod girecek, PDA olacak, cep telefonu olmazsa olmaz, is gunuyse Blackberry'niz yaninizda olmali, sirket pager filan verdiyse (gerci modasi gecti ama hala goruyorum etrafta) al bir tane daha. Hepsi tam bir cantalik. Yaninizda bulunmasini istediginiz kitap, dergi gibi ikincil derece seyleri saymiyorum bile. Iste o yuzden ben Amerika'da hemen hemen tum kadinlari iki cantali goruyorum. Bir omuzlarina taktiklari gunluk cantalari var, bir de ivir zivirlarini, iste bu elektronik oyuncaklarini tasidiklari klasor gibi ikinci cantalari.

Hadi biz kadinlar tum bunlari cantada tasiyabiliyoruz, ya erkekler napsin?
Bir ofis boyumuz vardi. Muhtelif tum aletleri belindeki kemere dizmisti. Sirket telefonu, kisisel telefon, pager, PDA, anahtarlari... yuruyen anten (walking antenna) adini takmisti mudurumuz Tony'e.

Bir de bunlari sync etmesi var birbiriyle. Mesela yeni tanistiginiz birinin telefonunu cell'inize kaydediyorsunuz da, PDA'de aradiginiz zaman yok. Ya da PDA'inizde olan bir bilgi aradiginiz zaman Balckberry'de olmadigini goruyorsunuz.

Hayalimde soyle ufacik minik bir alet var tum bunlari birlestiren. Simdilik beklemedeyiz ama eminim cok zaman gecmeden bu da cikar.

4 Aralık 2005 Pazar

Iste O Kucuk Minik Anahtar

2004'nin temmuz ayiydi. Henuz TR'den tatilden gelmis, birbiri ardina gelen projelere yetismeye calisiyordum. Musterileri etkilememek icin projenin ilk safhasi gunduz, ikinci safhasi ertesi gunun gecesi oluyor bizde. Sabah 5:00-6:00AM gibi biten projeden 10 gun sonra farkedildi ki, server'lardan ikisinin anahtar prozisyonu secure degil. Yani disardan birisi maintenance mode'una girebilir ki, bu da guvenlik acisindan tehlikeli. Yapilmasi gereken sey, uzerindeki anahtari saat yonunde dikey pozisyona getirmek.

Isguzarlik bu ya, o gun sabah "once dedim eve yakin ofise gideyim bu sorunu halledeyim, sonra kendi ofisime giderim". Ise gittim, teknisyenlerden birisi backup'lari aliyor. Proje bitmis ve ilk backup henuz yapiliyor. Birgun onceki haftalik toplantida backup'lardan sorumlu manager'i uyarmistim, backup'lari almayi ihmal etmeyin diye. Neyse ofisteyim anahtari 2 tik'la secure pozisyona getirecegim ya, once sundan basliyim diye makinalardan birini gozume kestirdim. Gittim, cevirdim anahtari sonra iceriye geldim, o sirada bizim teknisyen dedi ki "ben de backup'i o senin anahtari cevirdigin makina baslattim". "Tamam iyi ben anahtari guvenli konuma getirdim sadece" dedim. Sonra diger makinaya gittim onu da cevirdim iceriye geldim, cantami alip cikacagim. Is bu kadar basit aslinda. Ama o da ne... Anthony dedi ki, "backup window kayboldu", gittik baktik ki meger 2 makinayi da ben secure mode'a getireyim derken shutdown etmisim. Aman Allah'im dunya basima yikildi ama icimden pozitif bir ses, "tamam en kotu ihtimal simdi reboot olur, makina ayaga kalkar" diye de kendime telkin ediyorum.

Makinalari simdi secure mode'a getirdim ama birisi reboot olmuyor, cunku gracefully shutdown olmadigindan uzerindeki data corrupt olmus. Simdi bu durumun Turkcesi soyle, makina incelikle kapatilmadigi icin database ve isletim sisteminde halihazirda memory ve cache'de olan transaction'lar disk'e yazilamamis (pek Turkce olmadi ama her terimin Turkcesini bulmak zor). Eee ne olacak, Motorola'ya haber verdik hemen. Malum kendileri bizim vendor'imiz olup aramizdaki anlasmaya gore sorunu cozmeleri lazim.

Adamlarin ilk sorduklari "upgrade'den sonra backup aldiniz mi". "Bugun ben tam da o makinayi backupliyordum ama bu gorunmez kaza oldu kem kum....". Bu Anthony'nin cevabi.
Bridge'ler acildi, conference call'lar devam ediyor Tanrim bu makina bir turlu ayaga kalkmiyor. Kendimi acayip suclu hissediyorum. Yemeden icmeden kesildim, napacagimi bilmiyorum. Eve gidiyorum call'dayim, gece uyuyacagim hala devam ediyor bridge. Sabah kalkiyorum durum bilgisi almak icin, elim varmaya varmaya telefonu ceviriyorum, iiihhh hala kotu durumdayiz. Ve 3. gunun sonunda makina ayaga kalkti, ustundeki data, binbir turlu takla atilarak kurtarildi. Tabii 3 gun boyunca islemesi gereken workorder'lar, process'ler, datafill'ler durdu, diger gruplar kizgin ne zaman bu alet calismaya baslayacak diye sorup duruyor. Yani 3 gun boyunca dunya benim icin ters dondu, gittim geldim, dersimi aldim.....

Simdi ne zaman keyswitch cevrilecek olsa binbir dikkat, gozlerimi acip, elime resimleri alip, tek tek ne kadar hangi yone cevirecegimi sayip yapiyorum. Bu aletler bu kadar hassas yani. Ya da ben hardware konusunda o kadar tedirginim.

Minik bir anahtarin basima actigi dert sonucunda bazi prosedurlerimizi gozden gecirip, diger gruplari da uyardik backup'lari proje ertesinde hemen almalari konsunda filan. Ama dersini almayan, ya da isini ciddiye almayan ya da yapma dedigin zamanda ustuste backup alan arkadaslar hala mevcut. Dun de -yine proje ortasindayim da, hem de hemen Almanya seyahati sonrasi- backup alinmamasi gerekirken (ozellikle belirtilmesine ragmen) teknisyen arkadas database backup'i alinca bir tam gun boyunca makinaya yuklenen tum yeni data silinip bizi sabah 8'den aksam 7'ye kadar bu sorunu cozmek icin telefona ve bilgisayara bagladi. En sonunda sorun cozuldu, olan benim hesapta bos kalacagini umdugum gune oldu :(

Siz siz olun backup'siz kalmayin, data'nizi yedekleyin. Bilmedigiz anahtarlari da kurcalamayin.

3 Aralık 2005 Cumartesi

Almanya Gezi Notlarina Devam


Almanya hakkinda birkac ilginc buldugum seyi daha yazmak istedim blog'a.
  • Cocuk nufusunun 12 milyon olmasina karsilik yasli nufusu 18 milyon. Ulkenin toplam nufusu 82 milyon. Emekli yasli nufusu genclestirmek icin cocuk parasi, anneye dogum izni gibi konularda tesvikler saglaniyor ama bundan Almanlardan cok, gocmenler yararlaniyor gibi. Ailenin kazancina gore 150Euro baz olmak uzere 550 Euro'ya kadar gidiyor sanirim bu yardim ilk 2 yil. Veya bir cocuk yuvada ise, 2. cocuk bedava gibi.
  • Almanya'da kiralik ev tuttugunuzda ya da ev satin aldiginizda, mutfaginda dolap, tezgah gibi hic demirbas esya olmuyor. Eski evinizden kendi mutfak kabinetlerinizi, tezgahinizi, lavabonuzu getireceksiniz ya da satin alacaksiniz.
  • Soz mutfaktan acilinca cop konusunu hatirladim. Plastik, sise, kagit, organik ve organik olmayanlar olmak uzere coplerinizi ayirmaniz gerekiyor. Yemek artiklarini, diger coplerle karistirip atamiyorsunuz. Apartmanlarda organik ve organik olmayanlara pek dikkat edilmiyor ama mustakil evde yasiyorsaniz dikkatli olmak lazim. Gene sise, plastik ve kagitlari belirli yerlerdeki konteynerlara atmak lazim. Aksam saat 7'den sonra plastik ve siseleri atmak yasakti mesela bizim kaldigimiz yerde. Sebebi de ses olmasinmis.
  • Mesela trenle yolculuk ediyorsunuz. 5'li kombine bilet satiliyor tek bilet fiyatina. Amac ailece seyahati arttirmak mi anlamadim?
  • Eger evinizde kopeginiz varsa onun icin yasam vergisi oduyorsunuz. Sanirim cevreyi kirletmesinden dolayi bu vergi olayi. Baliklar ve kuslar bedava:)
  • Kis gelmeden once kar lastigi takmak sart.
  • Saglik, egitim, emeklilik gibi temel konularda sosyal devlet anlasiyi degisiyor. Emeklilik yasi erkeklerde 67, kadinlarda 65. Daha ne kadar bu sosyal duzeni surdurur bilinmez ama gorunen o ki, issizlik sigortasi artik her calismaya odeme yapmiyor. Saati 1Euro'luk islere gonderiyor ya da araci sirketler vasitasiyla size is bulmayi sagliyor.
  • En buyuk gocmen azinlik Turkler ancak eski Sovyet etnikli cok kisi Dogu Almanya'nin Bati'ya katilimindan sonra goze gorunur olcude nufusta farkediliyor. Hatta bazi urunler Almanca ve Rusca yazilmisti.
  • Pazarlari acik yer bulmak imkansiz, nobetci eczaneden baska.
  • Kurallar ulkesi Almanya'da ozgurlugu hissetmenin en guzel yeri otobanlar. Hiz siniri yok zira.
  • 2. Dunya savasinda bu kadar yerle bir edilen bir ulkede, gene de hic azimsanmayacak olcude tarihi yerler var.
  • Artik Almanya benim icin cikolata, bira, patates ve satolar ulkesi simgesi.

1 Aralık 2005 Perşembe

2005 Almanya Gezisi

Almanya herkesin hayatinda soyle ya da boyle vardir. Aileden birilerinin orada yasayan akrabalari, yakinlari ya da tanidiklari vardir mutlaka degil mi? Berlin, Frankfurt, Koln, Dusseldorf, Munich, Hamburg hep bilinen sehirlerdir yasamimizda ve herhalde bir ulkeye ait, bu kadar cok bilinen baska ulke sehirleri de yoktur kanimca.

Biz ilk ciddi Almanya gezimizi 98'de Munich tarafina yaptik. Aman Tanrim o da ne, Munich hic beklemedigimiz kadar tarihi ve romantik geldi bize. Hele bir de 110 km uzaktaki Neuswanstein satosuna gittik ki, gercekten mimarisi ve atmosferiyle buyuledi bizi. Disney'in satosunun bu saraydan esinlendigini soylemek lazim bu arada.

Her yil Christmas'dan bir ay once Avrupa sehirlerinde ve buyuk kasabalarda Xmas marketi kuruluyor. Almancasi Weihnachtsmarkt, yani Noel Panayiri gibi birsey. Xmas oncesi insanlarin sevdiklerine hedilere aldiklari, aksamlari , hafta sonlari sosyallestikleri, cocuklarin atli karincalara bindigi bir cesit festival. Slovakya'da ve Cek Cumhuriyeti'nde loksa'ya sarili kaz cigeri (bir cesit durum), Almanya'da bratwurtz sosislerinden yemek sart. Yaninda sicacik, karanfil ve tarcin kokan kirmizi sarap (Gluhwein) olacak tabii. Kirmizi sarap agir gelirse, sicak beyaz sarap da olur, nasil isterseniz. Krep severseniz her cesitinden o da var, ya da benim gibi pamuk helva canavarlari icin tam bir festival. Eger bir restauranta gidilirse de her yemekte degisik Alman biralari denemek sart. Gercekten alkol tadini aldiginiz ama sizi rahatsiz etmedigi gibi yumusacik mideye iniveriyor. Viyana usulu snitzel,hindi,cordon blue, muhtelif av hayvanlari yemekleri ve mutlaka her yemek oncesi icilecek corba bizim standart menumuz oldu. Bir de Alman mutfaginin ne ozelligi var derler. Her yemekte servis edilen o patates kizartmalarinin lezzetini ben baska yerde bulamadim. Bir de firin urunleri tabii. Allah'im bu kadar lezzetli pastalar, kremalar nerde var? Zaten sahne denilen krema, nerdeyse su kadar yasamin icine girmis. Hersey sahne'li ya da sahne'yle yapiliyor.

Yedik, ictik ama hakikaten tadini alarak, hakkini vererek yedik ictik. Sonra gezdik gorduk, biraz kosturmaca, biraz gec kalarak, biraz az kalarak bunlari da yaptik. Nerelere mi gittik?

Fulda
Ilk durak Fuldaydi. Barok sehri diye geciyor. 80bin nufuslu guzel bir kasaba. Old town'da kucuk dar sokaklar, minik kafeteryalar ve restaurantlar var. Irili ufakli alisveris dukkanlari ve her yerde mutlaka olan Tschibo, Kaufhof, Karlstadt, C&A gibi department store'lar. Sehirde buyukce bir saray, katedral, itfaiye muzesi gibi tarihi ve turistik yerleri gezdik.



Frankfurt
Sonra Frankfurt'a gittik. Ben subway sistemi bu kadar karisik baska bir sehir gormedim. Bir yerden bir yere giderken yon bulmak imkansiz. Yon bulsaniz hangi tren oldugunu anlamak zor. Siz iyisi mi orada mutlaka birilerine sorun bizim yaptigimiz gibi. Avrupa'nin finans sehri olmasi itibariyle pek cekiciligi yok. Manhattanvarimsi bir sehir merkezi, Main nehrine dogru
inerken kurulmus uzun buyuk bir Xmas market, her yerde kulaginiza calinan Turkce kelimeler simdi gozumde canlanan sehir resmi oldu.

Heidelberg
Heidelberg mutlaka gezilmesi gereken bir sehir.Bir universite sehri Boston gibi. Almanya'nin yasli nufusu burada birden genclesiyor. Bisikletli gencler, sik sik rastladigimiz internet kafeler, sehir icinde birimleri olan universite bolumleri ve sehre tepeden bakan o muhtesem saray.Mesut Yilmaz'in burada ogretim gorevlisi oldugunu soyleyip minik bir magazin haberi geceyim :) Uzun ama oldukca uzun bir ana caddesi var. Zaten adi da Hauptstrasse, ana cadde. Tipik bir Alman yemegi icin ideal bir cadde. Gene her sehirde oldugu gibi kurulmus Xmas marketimiz, sicak sarap ve sosisleriyle icimizi isitiyor ama nafile yerimiz yok bu defa. O kadar corba, snitzel ve fondue'den sonra ancak kahve icin biraz yer aciyoruz midelerimizde. Biraz yuruyup adim basi rastlanabilecek Tschibo'ya giriyoruz. Yeni ozel cikolatasini da deniyoruz orda. Guzel ama cok da ozel gelmedi. Icindeki kakao oranina gore yuzdelemisler cikolatalari. Prag'daki Charles Bridge'i ornek alan, sehri ikiye ayirip baglayan koprunun ustunden her iki yakaya da bakiyoruz. Gene geceye kaldik, hava soguk 4C'lerde ama bu manzarayi da bulmak mumkun degil diye doya doya icimize cekiyoruz.

Wurzburg
Wurzburg baska bir gunun duragi oldu. Burasi 1300'lerden beri kurulu muhtesem bir sehir. Sehre yukardan bakan bir saray, kale duvari, sehir icinde old town'daki kilise ve katedral ve tam bunlarin ortasindaki Xmas market insani hemen sariveriyor. Uzun bir alisveris caddesi var. Buradan ara sokaklarda kaybolursaniz minik butiklere, Alman pub'larina rastlamak mumkun. Icinden nehir gecen ve bir tarafinda hayatin capcanli aktigi diger tarafinda sakinligin, huzurun
yasandigin hemen her Avrupa sehrindeki gibi Wurzburg da iki kisimdan olusuyor. Nehri birbirine baglayan o koprunun basindaki kafeye oturduk once. Muhtesem bir gece manzarasi vardi ama fikir degistirip 10 mt otedeki kafeye gecince cantami kaybettigimi farkettim. Tam da kahveler gelmis, ilk yudumu almak uzereydik ki bizde bir panik. Nasil ve nerede birakirim cantami? Bir acele, kosturmaca icinde sehri bu defa alaca, bulaca hizli cekimde gordum. Insanlar old town'a dogru yuruyor, cocuklar atli karincalara biniyor, yol kenarindaki imbiss'lerde ayakustu karnini doyurmaya calisanlar ya da eldivenleri ve sapkalari altinda agir agir evlerine dogru yuruyen yaslilar ve yukarda 700 yildan beri sehre bakan saray beni busbutun rahatsiz ediyor. Bir an once kirmizi cantami bulma telasindayim. Neyse, ilk oturdugumuz kafede, oglanin arkasindan aceleyle cikarken arkamda biraktigim cantami, garson kiz benim arkamdan almis. Hayatimi kurtardin diye tesekkur ederken bir an once evde olmak istiyorum.

Wurzburg'da buyuk bir Amerikan ussu var. Sehre girerken muhtelif yerlerde tabelalarini gormek mumkun. Malum Amerikalilar gittikleri her yere, kendilerini rahat hissettirecek seyleri de goturuyorlar. Walmart bile vardi dusunun gerisini...

Aachen & Koln
Bu yil 3cm'lik kara teslim olunca Almanya, planlayip hatta yola cikip geri dondugumuz Koln, Aachen gezisini yapamadik. Gecen yil bir gun Koln'u diger gun de Aachen'i gezmistik. Bize evlerini ve yureklerini acan sevgili Kesdogan ailesinin misafirperverligini, yemeklerini ve gezi rehberligini unutmak mumkun degil. Aachen kivrimli sokaklari ve her yerden tarih akan gorunumuyle beni cok etkilemisti. Sirin bir Alman sehri kesinlikle. Koln oldukca buyuk bunun yanisira. Trenden inince buyuk bir dom bekliyor karsida sizi. Gecen yil restore ediliyordu. Eteklerindeki Xmas market'te saraplarimizi icerken, etrafta Irak savasini, Israil'in Filistinlilere uyguladigi baskiyi protesto eden gostericileri izledik. Koln'den gecen nehre dogru yururken, sanirim cumartesi gunuydu ki bir konser vardi ustunden yurumemize izin vermedikleri yolun hemen altindaki salonda. Bina insaa edilirken, ustundeki yolda yuruyenlerin akustugi bozacagi hesabedilemedginden, simdi her konser oldugunda ustunden gecen insanlara yolu biraz degistiriliyor.Nehre parelel yuruyup bir cikolata muzesini gezdik gecen yil. Ana maddesi kakao cekirdegi olan bu muthis yiyecek kazanlarda seker, yag ile karistirilip, pisirildikten sonra paketleniyor. Her adimin nasil gerceklestigini gercek cikolata ureterek gosteren bu yer, muzeden ziyade fabrika gibiydi. Lindt'in Alman bir firmayla birlesmesinden sonra uretimini Aachen yakinlarinda bir yere tasidigini ve bir outlet magazasi actigini gorunce tonlarca cikolata almak icin durdugumuzu soylemeden olmaz.Ulkede kac cesit cikolata var Allah bilir. Simdi Noel zamani da, Santa Claus kirmizi giysili ambalajinin icinden "ye beni" diye gulumsuyor.

Almanlar icin "kopekleri cocuklardan daha cok severler" ifadesini kullanmis seyahat kitabimiz. En ufak bir cocuk aglamasinda ya da mizlanmasinda, nemrut Alman bakislara maruz kalacaginizdan supheniz olmasin. Belki biz Amerika'daki insanlarin guler yuzlulugune ve sicakkanliligina alistik ama cocukla beklediginiz kuyrukta ya da 100 basamaga varan Koln'deki katedrale cocuk arabasiyla cikmanin ne kadar zor oldugunu bilmem anlatabildim mi? Cogu merdivenli yerde rampa, yuruyen merdiven ya da asansor yok. Cocuk ya yuruyecek ya da arabasini sirtlanacaksiniz.Rest'lardaki cocuk menuleri ya da kitapcilarda cocuklari oyalayacak tren gibi icinde oynayabilecek yerler mevcut. Hatta C&A'da kaydirak bile vardi.

Iste boyle ... Bir Avrupa nefesi aldik geldik. Her gezi sonrasi gibi oradaki yasadiklarimiz, gezdigimiz gordugumuz yerler, konustugumuz insanlar birkac gun beynimizde gidip gelecek, aldigimiz tadlari birkac gun daha yasamaya devam edecek, sonrasi ise anilarda, resimlerde yerini alacak.

14 Kasım 2005 Pazartesi

Podcasting

Radyonun sadece muzikten, reklamdan, haberden ibaret olmadigi o cocukluk gunlerimde, saat 4'te cocuk saatini dinlerdim. Bazi gunler okul cikisi yetisemez, kacirdigima cok uzulurdum. Aksam ustu, sabah saat 10'daki 20 dk'lik "Arkasi Yarin", 6'da tekrar edilirdi. Romantik, polisiye ya da gerilim her konudan olurdu bu arkasi yarinlar. Cok uzun surunce basini hatirlayamaz ama bir fotoroman tadinda, radyodaki karakterleri gozumun onunde canlandirirdim. Ses efektleri cok basariliydi. Yagmur sesi, kapanan kapinin gicirtisi ya da nefes nefese sokaklarda kosturmalar uc bes kisiyle bizi bir film seyrediyormuscasina baglardi radyoya ve hayalgucumuze.

Bir de benim cok sevdigim "Radyo Tiyatrosu" olurdu cumartesi gunleri bir saatlik. Gercekten tiyatro oyunu gibiydi. Bir tiyatro izlemenin lezzetinde gecerdi o bir saat. Ankara Cocuk Korosu sarkilar soylerdi. Hangi saatte tam hatirlamiyorum ama cok da fanatigi degildim. Gene de Ankara Cocuk Korosu kulagima ozel gelirdi.

Ve ozel radyolar geldi 90'larin basinda. "Radyomu istiyorum" diyerek yuzlerce radyoya sahip olduk. TRT unutuldu ya da biz TRT'ye tercih ettik, Power FM'i, Best FM'i, Yasam Radyoyu ve oteki yuzlercesini. Ama o tiyatro programlari benim cocukluk donemimin nostaljisi olarak icimde cok ozel bir yere sahip. Ya simdi napiyoruz, tak iPod'i, laptop'i, izleyemedigin TV programini kaydeder gibi radyo programlarini da indir makinanin diskine. Bu olaganustu bir sey degil mi? Mesela bagimlisi oldugunuz bir program var ve siz o saatte radyo dinleyemeyecek durumdasiniz. Aksam uzeri isten cikmadan iPod'iniza download ediverin. Iste bu kadar kolay.

Soyle bakiyorum da internete ucretsiz pek cok yerden podcast'lere erismek mumkun. Benim icin simdilik su 2 adres yetiyor.
http://podcasts.yahoo.com/
http://www.apple.com/itunes/podcasts/

13 Kasım 2005 Pazar

iPod

Bugunlerde haril haril su yandaki sut beyazi alete sarkilarimi, audio kitaplarimi, fotograflarimi, video kliplerimi aktarmakla mesgulum. Avucunuza alinca hemen sariveriyor insani zaten. Elinizi saat yonunde kaydirirken tik tik tik sesiyle menu'deki item'lari sarkici, album, en son eklenenler, en cok dinlediklerim seklinde cesitli kategorilerde gormek mumkun. Bir tik'la uste gecip fotograflara gecip aktardigim albumlere bakiyorum. Ya da video'da kliplere gecip isterseniz film izleyin. Desperate Houseviwes'i kacirdik diye uzulmeyin diyordu gecenlerde msn.com. Bir kahve fiyatina 1 saatlik show karsinizda. Sony'nin walkman'i 20 yil once nasil da devrim yapmisti, iste Apple'in iPod'i da digital music'de ayni devrimi yaratti. Gecen persembe Manhattan'a inmistim. Nerdeyse herkesin ama herkesin elinde iPod vardi. Gormediklerimde de sanirim Dell, Sony, Rio Carbon MP3 player vardir.

iPod'in kendine ozgu muzik formati var. Ses kalitesi olarak MP3'ten daha iyi. Eger hazirda rip edilmis albumleriniz varsa, iTunes ile bunlari kendi formatina cevirmek gerekiyor. Program bunu yapiyor tabii ancak ekstra zaman ayirmak lazim.
Tek eksigi FM tuner'inin olmamasi ama onun da caresi var. Podcast ile radyo programlarini download etmek bir clik otesi.

Newsweek'in temmuzdaki sayilarindan birinin kapagi soyleydi. Dogrusu bugunlerde ben de boyle hissediyorum:
iPod, therefore i am.

2005'in 9 kasimi bana dogum gunumu degil, ilk iPod'imi hatirlatacak daima :)
Simdi gideyim Almanya sehayati oncesi birkac kitap aktarmam lazim.

7 Kasım 2005 Pazartesi

Herseyin Bir Olus Sebebi Var

Unutkanliginiza kizabilir, son dakika biriken isleri kafanizdan savmak icin daha cok stres olabilir, bir yerlere yetismeye calisirken daha da gec kalabilir hatta 2 saniye ile gideceginiz treni kacirirken kendinize etrafinizdakilere kizmamaniz olasi bile degildir? Ama herseyin bir olus sebebi vardir diye dusunuyorum ben, hele ki son birkac gundur ustuste gelen minik, onemsiz gibi gorunen olaylar hatirlatti bana bunlari.

1 ay once trenle Manhattan'a inerken cantami soyle bir karistirmis, camera'mi aldigimdan emin olmak istemistim. Baktim yerinde. Sonra gelene kadar kitap okudum, indim onumdeki kalabalik yuzunden yonumu degistirmek zorunda kaldim Grand Central'da. Hatta o kadar yogun bir kalabalik vardi ki, onumu kesti, birkac dakika ortada bekledim. Bir yandan da arkadasimla bulusacagimdan acele ediyorum. Derken bir adam geldi yanima, tanidim adami, trende benim parelelimdeki, koridorun diger tarafinda oturmustu. Ben trenden inerken, o hala uyuyordu. Once uyandirmayi dusunmustum ama sonra vazgecmistim. Bana trende birsey unutup unutmadigimi sordu. Once affalladim, cantama baktim ve aaa fotograf makinam yoktu. Adama soyledim, o da rengini ve modelini sorup geri verdi.

Gecen persembe aksami marketten alisveris yaptim, posetleri arabaya yerlestirdim ve alisveris sepetini taaa oradaki aldigim yere birakmak icin yurumeye basladim soylene soylene. Nerdeyse marketin kapisina geri geldim, bu defa kasa kuyrugunda arkamdaki adam benden sonra cikmis yururken bana, aldigim posetlerden birini kasada unuttugumu soyledi. Iceri girdim tin tin ve aldim posetimi. Yolda da yururken iyi ki arabayi o kadar uzaga parketmisim unuttugum poseti almak icin bahane oldu diye dusundum.

Ve sonuncusu...
Cumartesi sabahlari minik oglumuzun yuzme dersi var. Her haftasonu ayni telas yasaniyor. Havlular alindi mi, mayolari kontrol et, yedek kiyafet al, canta nerede gene... derken biz ucu ucuna giriyoruz derse. Bu hafta da bir iki dakika gecikmeyle binaya girdik ki, yangin alarmi calmaya basladi. Mayolu cikan mi istersin havuzdan, islak islak kendini disari atan mi, titreyen cocuklar mi? Itfaiyecilerin ve polislerin bir anda hucum etmeleriyle yasanan kisa bir saskinliktan sonra, sauna odasindaki buhar seviyesinin olagandan fazla oldugu ve bunun da alarmi tetikledigi anlasildi. Biz gec kalmamiza icimizden tesekkur edip iceriye girdik ve ders basladi.

Her sonun yeni bir baslangic, her karanligin isiga giden bir yol oldugunu dusunurse insan, zor durumlari atlatmak icin fena da olmayan bir dusunce tarzi aslinda. Sadece ozunu bildigim karma felsefesi de bunu acikliyor nitekim. Herseyin bir olus sebebi var.

Bundan sonraki unutkanliklarim, elimde olmayan gec kalmalarim, ya da zamanindan cok erken gitmelerim, kasada cikismayan paralarim, arabayi onca mil uzaga parkedip kilometrelerce yurumelerim, hava sicak diye ince bir tisortle cikip sonra donakalmalarim, cep telefonumun sarji bittigi icin kendime kizmalarim ve daha neler neler, bakalim nelerle sonuclanacak. Iste hayatin guzelligi de bu bilinmezliginde.
Rutin giden seyler icin bile umut veriyor.

1 Kasım 2005 Salı

Seytan Prada Giyer

Bu yazinin basligini ben koymadim, son dinledigim kitabin basligi, "The Devil Wears Prada". Yaklasik bir senedir CD uzerindeki audio kitaplari dinlemeye merak saldim. Kulaklarinizin bos oldugu ama kendinizi baska ise adayamayacaginiz durumlar icin ideal bence kitap dinlemek. Araba kullanirken, yolda yururken, spor yaparken, mutfakta yemek pisiriken simdi aklima ilk gelen yerler kendinizi kitap dinlemeye ayirmak icin. Yani bos vaktinizin olmadigini iddia ettiginiz durumlarda ama beyninizi kitabi anlamaya programlayabileceginiz durumlar icin ideal.

Audio kitaplar kaset ya da CD olarak geliyor ama kaset artik gunumuzde teknolojik onemini kaybettiginden CD olarak almak en akillicasi. Kitapcilar, kutuphaneler ve news gruplar benim CD kitap aldigim kaynaklar. Newsleecher diye bir program aldim gecen hafta. ISP'nizin eger news grup ulasimi varsa buradan MP3 formatinda audio kitap de indirmek mumkun.

Ilgi ceken bir romani daha onceleri CD'den dinleyebilecegimi sanmazdim ama bu gune kadar dinledigim kitaplar beni o kadar sardi ki, simdi o rutin diye sikildigim isleri yapmayi ozler oldum. Sabah-aksam araba kullanmak zevkli hale gelir oldu. Tabii kitap bitince gene off'lamalar basliyor o baska.

Yukardaki kitap tesaduf eseri ogrendim ki filme de cekiliyormus. Runway diye bir dergideki editorle, ona asistanlik yapan Adrea Sach'in arasindaki iliski uzerine kurulmus bir kitap. Kaprisli, surekli fikir degistirip etrafina teror estiren Miranda Priesley ile ilk isini bu editorun asistani olarak tecrube edinmeye calisan bir comezin hikayesi. Web sitesine gore Miranda'yi Meryl Streep oynayacakmis. Ilginc bir film olur gibi. 2006'da goruruz bakalim.

31 Ekim 2005 Pazartesi

Ekim Biterken ...

Galiba yilin son ayina kadar, bu senenin de bittigini anlamayacagim. Ama benim icin takvim biraz da akademik takvim oldugundan eylulde basladi bile. Simdiden tum kitapcilarda -hatta coktandir- 2006 takvimleri yerlerini aldi bile. Her yil mutlaka Lonely Planet'in takvimlerden alir, masamin karsisina asarim. Her ay, baska bir ulkeyi ya da sehri tanitma ayidir minik karelerde resimlenen pozlarla. Ekimde Amerika'nin bati kiyisini izledim, Kasimda Macaristan karsimda.

Kasim ve aralik derken 2006 ocagiyla yeni bir sene baslayacak . Topu topu 2 ay mi kalmis senenin bitmesine? Marketingciler gene bizi "yeni yil sozlerimizi" tutmak icin olanca gucleriyle kendilerine baglamaya baslayacaklar. En buyuk gym bizim gym, bak bu son sansin DVD film kulubune uye olmak icin, yilin ilk ama en buyuk indirimi basladi, sakin kacirma ... neyse aralikta o zamanin sesini yazarim gene.


Ekim ayi dunyadaki gelismler acisindan pek de sevimli gecmedi.
  • Katrina'nin ardindan Rita ve Wilma kasirgalari Amerika'nin guneyini ve guneydogusunu fena vurdu.
  • 8 ekim ctesi gunu Kasmir bolgesinde 7.6 buyuklugundeki deprem, ardinda 60bin olu birakti. Aci cok aci...
  • Malatya'daki cocuk yuvasinda ortaya cikan rezaleti yazmak bile istemiyorum. Kuzey Amerika'daki aileler olarak sesimizi duyurmaya calisiyoruz yetkili makamlara. Ama o cocuk kalbi yasananlari unutur mu hic?
  • Bir de kus gribi cikti basimiza bu yil. Turkiye'de de gorulen bu grip buradaki gundemi isgal etmeye devam ediyor. Bush'un 7.1Milyar Dolarlik plani onaydan gecti. Burada cok ciddiye aliniyor cunku son yillarda hayvanlarda gorulen virusler form degistirerek insanlara gecmeye meyilli. Gecen yuzyilin basinda 1918'de 20 milyon insanin gripten oldugu dusunulurse bu kadar fonu hastaligi onlemek ve tedavi etmek icin kullanmak anlasilir. Yani gribi hafife almamaliyiz.
  • Incecik, kredi karti buyuklugundeki iPod Nano'dan sonra new iPod ile 15bin sarki, 25bin fotograf, 150 saatlik video seyredebileceksiniz. Desperate Houseviwes kacti diye uzulmeyin, download et yeni iPod'una, izle istedigin zaman.
  • Magazin basini Brad Pitt, Angelina Jolie, Jenniffer Aniston, TomKat arasinda kosturmaya devam ediyor. Bu arada guzel haber TomKat bebek bekliyor.

Iste boyle, Halloween'i kutladik, Ramazan Bayrami birkac gun sonra.
Ve hosgeldin kasim.

27 Ekim 2005 Perşembe

Home Office

Etrafimdaki insanlarla konusunca ne kadar cok insanin evden calistigini gozlemlemeye basladim son aylarda. Kadin ve anne dergilerinde de bu isin desteklendigini gorunce soyle bir dusundum bunun avantajlarini ve dezavantajlarini. Cumalari ben de evden calisiyorum ama asil ofisim orada, arabayla gidilecek mesafede. Kubum, Unix makinam, desktop'im, haftalik gelen dergiler, adima yollanan memolar vs. velhasil ben ofise ait biriyim resmi olarak isverenimin gozunde.

Bir de isveren sizi home office bazli bir eleman olarak taniyabilir. Ya da sadece evden calisilacak isler vardir, telefonda bir urun satmak gibi. Benim tanimlamaya calistigim daha cok teknik islere yonelik isler. Eger eviniz bir oda ayirmaya uygunsa home office icin, isvereniniz temel ihtiyaclarinizi bile saglayabilir bir ofiste calisirken ne gerekiyorsa. Masa, sandalye, fax, telefon, scanner, bilgisayar - zaten hemen her sirket laptop veriyor artik-, kirtasiye malzemeleri sirketin satin alma kredi kartina yazilsin :)

Peki nedir bu isi her isveren hem de eleman acisindan cazip kilan?

  • Bir kere ise gitmek icin yolda zaman kaybetmiyorsunuz. Yataktan pijamalarla cik, emaillerini kontrol et ve calismaya basla. Is bu kadar elinizin altinda.
  • Ofis ortamina bagli olarak tabii, baskalarinin gurultusunden, etraftaki konusmalardan bolunmeyip sadece isinize konsatre olabilirsiniz.
  • Mudurunuz surekli tepenizde degil, ne buyuk rahatlik degil mi?
  • Evdeki ufak tefek isleri halletmek icin harika bir ortam. Camasir mi yikanacak at makinaya, bir sonraki konferans call'u yapana kadar. Evdeki isitma sistemindeki arizya bakacak adam mi gelecek, iste harika bir firsat evde olmak. Siz isinize bakarken masada adam da isitma kazanina baksin.
  • Cocugunuz hasta ve evde olmaniz lazim, iste evdesiniz ama isiniz de evde. Tabii o gunun is verimliligi tartisilir (!) ama boyle acil durumlar icin evden calismak bir avantaj.
  • Konferans Call'larinin yogun oldugu ya da web egitimlerinin oldugu gunlerde evde olmakla ofiste olmak arasinda bir fark yok bana gore. O gunler evde olmak icin ideal gunler eger secme sansiniz varsa.
  • Isveren olarak sabit giderler kisilmis, azaltilmis oluyor. Ofis kirasi, icindeki mobilyalar, elektrik, su gibi aylik sabit harcamalar minimuma iniyor. Bazi sirketler tumuyle sanal ofise gecerek, bu sabit operasyonel masraflardan tumuyle kurtulmus oluyorlar.

Ama diyebilirsiniz ki ben ofisi, arkadaslarimi, kafeteryada yapilan ayakustu sohbetleri ya da dedikodulari ozluyorum, iste o zaman haklisiniz. Dezavantajlari ise;

  • Is arkadaslarinizla etkilesiminiz sadece telefon ve email'le sinirli kaliyor.
  • Evde her ne kadar hizli bir internet baglantisi olsa da genelde DSL, kablolu modemle sinirli kaliyor. Var mi ofisteki gibi T1 ustunden jet hiziyla baglanmak.
  • Sikayet etseniz de ofis kahvelerini ozluyorsunuz illa :)
  • Is disiplininiz tamamen size bagli evden calisirken. Eger calisma motivasyonu icin etrafta birilerine, tepenizde patronunuza ihtiyac varsa, evden calismak iyi fikir degil o zaman.
  • Evdeki telefon, internet gibi teknoljik baglantilarda bir sorun varsa, eliniz kolunuz bagli kaliyor tamir olana kadar.
  • Aranildiginda ya da email atildiginda hemen cevap vermek, calistiginizi ispat etmek gibi psikolojik bir stress da var bazi insanlarda. Oysa ofiste her an masamizda miyiz, ya da her telefonu aciyor muyuz, hayir.
  • Ev-is ortami ayrimi pek olmuyor ofisiniz evinizse. Tabii is hayatini bir hayat tarzi olarak benimseyen insanlar icin cok da sorun degil ama evde yasayan diger hanehalki pek hemfikir olmayabilir sizinle, surekli kontrol edilen emailler, hafta sonlari da ustunde calisilan projeler vs.

Sonuc olarak bir opsiyon olarak belirli gunlerde evde calismak bana gore iyi bir uygulama. Surekli olsun istemem cunku ben evden cikmayi, ofise gitmeyi seviyorum pazartesileri haric. Yasasin yarin cuma ve evden calisiyorum.

25 Ekim 2005 Salı

Cadilar Bayrami (Halloween)

Eylul ortasindan itibaren dukkanlar baslarlar cadilar bayrami icin vitrinleri suslemeye, icinde kabak figurleri bulunan yuzlerce objeyi tuketiciye pazarlamaya. Iskelet, kuru kafa, Freddie, Superman, Orumcek Adam, seytan, cadi kiligindaki yuzlerce kostum alicisini beklemektedir. Bazi dukkanlar daha kapidan girerken muzikleriyle, sis dumanlari ve olmadik bir anda kafanizdan asagi iniveren kopmus bir kafa ile sizi cadilar bayramina cekmeye calisir.

Internete soyle bir baktigimda ve etrafimdaki Amerikali arkadaslarla konustugumda su bilgiler cikti ortaya.


Halloween'in tarihcesi eski Keltik festivali Samhain'a ve Katolik kilisenin o yillardaki geleneklerine kadar dayaniyor. Bundan 2000 yil once simdiki Irlanda, Ingiltere ve Kuzey Fransa'da yasayan Kelt'ler yeni yil olarak 1 kasimi kutluyorladi. Yazin bitisi, doganin verimliliginin azalisi ve karanligin baslangici olarak baslayan kis mevsimi soguk olmasinin da etkisiyle cok sayida insanin olmesine de sebep oluyordu. Keltler iste 1 kasimdan hemen onceki geceyi, donum noktasi olarak alirlar yasamlarinda. Bu bir cesit olume dogru bir gecistir ve
ruhlarin dunyaya geri dondugune, kendilerini ziyaret ettiklerine inanirlardi. 1 Kasim Samhain aslinda bir ates festivalidir ve kasabanin en tepesinde bir ates yakilarak Tanri'ya cesitli yiyecekler sunarlardi. Bu ates toreninin sona ermesinden sonra evlerine donen Keltler, meydandaki atesten bir parca alip karanlikta yollarini aydinlatmaya calisirlardi. Ayni zamanda o gece serbest dolasan ruhlarin kendilerini rahatsiz etmemesi icin hayvan kafalari ve derilerinden olusan kostumler giyerek ruhlari korkutmaya calisirlarmis. Iste urkutucu, korkunc kostumler giymenin arkasindaki neden de budur bugun.

M.O. 43 yilinda Romalilar Kelt topraklarini isgal ettikerinde kendi iki festivallerini de Kelt'lerin kutlamalarina eklerler. Feralia ve Pomona olarak adlandirilan bu festivaller ekim sonunda, olenleri anmak ve meyva ve agac tanricasi adina duzenlenen kutlamalardir.

800'lu yillara gelindiginde ise Hiristiyanligin etkisi Kelt topraklarinda da yayilir. 1 Kasim gunu kilise ogelerini Keltlere hatirlatmasi sebebiyle "Azizler Gunu" (All Saint's Day) olarak belirlenir. Ancak batil inanclarindan ve geleneklerinden kurtulmak istemeyen Keltler, Azizler gununun anlamina golge dusurmeye calisinca kilise, 2 kasim gununu olen tum Hiristiyanlari anmak uzere "Ruhlar Gunu" (All Souls' Day) olarak ilan eder. Bugunku anlamda "trick or treat" gelenegi de iste o zamanlardan baslar. Kapi kapi dolasan cocuklar aldiklari keklere karsilik o evin olenlerine dua okur ve bu duanin onlari cennete gonderecegine inanirlarmis. Yine Keltlerin geleneklerine gore kapi kapi dolasan cocuklar her evden aldiklari ates ile evlerine gidip, aileleriyle daha sonra yukarda bashettigim Samhain atesini yakarlarmis. Yillar icinde bu uc onemli gun birleserek "holy evening" anlamina gelen Halloween olmustur, yani kutsal gece, 1 kasimda Azizleri anmadan onceki gece mahiyetinde.

Simdi daha cok Amerika kitasinda kutlanan bu festival, Irlanda ve Iskocyalilarin Amerika kitasina goc etmesiyle beraberlerinde getirmis olduklari Katolik bir gelenektir. Artik ticari boyuta varmis olmasi sebebiyle seker satislarinin tum diger aylarin toplamindan daha fazla satildigi bir aydir. Bizim icin seker ve sekerleme turu yiyecekler cok onem tasimayabilir ama buradaki bir yetiskin bir Amerikalinin ve cocugun yedigi bu tur yiyecekler herhalde ortalama bir Turk'un 100 kati filandir.

Ha bir de kabak figuru vardir ki bu da yazin bitisiyle hasat mevsimini ve verimliligi temsil eder


Iste boyle. Bakalim bu yil etrafimizda hangi en korkunc yuzleri gorecegiz?

19 Ekim 2005 Çarşamba

New York'ta Sonbahar

Ne de guzeldir sonbaharda yurumek disarda. Ayaklarinizin altinda sari, yesil, turuncu, kirmizi yapraklar hisirdarken, ha simdi aksam olacak hissiyle bir an once eve donmeyi istemek. Ya da disarisi sisli, ciseleyen bir yagmur ile aksam ustu icilen bir cayin ve yaninda yenilen kekin tadi daha bir keyiflidir hazan mevsiminde. Ya da yogun yagmurlu gunlerde evde kalip bitmeyen ivir zivir islerle mesgul olup, "oh be, iste o kadar da zor degilmis bunu bitirmek" deyip kendimizi bitmeyecekmis gibi gorunen surumceme islerden kurtarmak. Hele elinizde sizi sariveren bir kitap varsa, iste o sonbahar o kitapla yerlesecektir belleginize.

Ama hep bir ozlem olur benim icimde yaza karsi sonbaharda. Ne kadar da uzun gorunuyor gozume simdiden taaa 7-8 ay sonra gelecek yaz. Once havalar soguyacak, belki birkac kez daha 6 gun yagmurlarindan gelecek, sonra yilin ilk kari yagacak, sonra uzun bir sure yerden kalkmayacak o kar. "Usuduk, donduk, iliklerimize kadar titredik bu kis" diye birbirimizle sohbet edecegiz kisin sonunda. Sonra minik minik, usul usul gene uyanacak doga, bu defa baharin ilk kivilcimlarini, gunesin turuncu, sevimli yuzunu gorecegiz gokyuzunde. Icimiz gene kipir kipir olacak, az kaldi yaza, tatile, denize, sicacik kumlara diye takvime bakip o yazin programlarini yapacagiz. Gene cok yiyip, kilo alip sikayet edecegiz ama dostlarla daha cok bulusacagiz sonbahar ve kis sofralarinda.

Buralara once Halloween gelecek. Simdiden her evin onune kabaklar konulup, ruhlari korkutucu dekorlar yerlestirildi bile. Dukkanlar halloween kostumleri ve dekorlariyla tasiyor. Sonra bir telas sukran gunune hazirlanacak Amerikalilar. Her yemek kanali hindi tarifleri ve yanindaki garnitur yemeklerin hazirlanisini gosterecek uzun uzun. Ve cilginca bir alisveris serominisi yasanacak ardindan gelecek Christmas icin. Tabii bu bayramlarin en guzel tarafi, is hayatinin oldukca durgun olmasi ve sukran gununde 2 gun, Xmas'ta da 1.5 gun tatil olmamiz.
Iste boyle benim icin sonbaharin baslamasi. Sanki yillik takvim eylulle basliyor, yazin bitisiyle o yil tamamlaniyor. Bakalim bu yilin sayfalarina neler yazilacak her birimiz icin...

14 Ekim 2005 Cuma

Gokyuzu Delindi

1 haftadir araliksiz yagmur yagiyor New York bolgesine. Sel baskinlarindan dolayi bazi otobanlar kapaliydi, haliyle trafik de agir aksak isliyor bu hafta. Hayati felakete yol acacak boyutta olmamasina ragmen havanin kapaliligi, nemi, sabahlari olusan sisten iyice bunaldik. Birkac hafta once guneyde yasanan Katrina ve Rita firtinalarinin yarattigi ziyani daha iyi tasavvur edebiliyor insan.

Basin bu haftaki yagmura "6 gun yagmuru" adini verdi. Meteroloji tarafindan "official" olarak verilen bir isim olmamakla beraber neden buyuk firtinalara isim verildigi aklima geldi. Howstuffworks.com 'a gore Dunya Meteoroloji Organizasyonu kasirgalari daha iyi takip etmek icin 2. dunya savasina kadar erkek isimleri vermeye, 1950'lerin basindan itibaren de alfabetik olarak bayan isimleri vermeye baslamis. 1970'lerin sonlarinda ise erkek ve kadin isimleri donusumlu kullanilarak bu gelenek surdurulmeye devam edilmis. Sezonun ilk kasirgasi A ile sonrasi B ile baslayacak sekilde isimlendirilmis.
Bu resmi isimlendirmeden once ise Amerikanin batisindaki yerliler, hemen daha once gerceklesen aziz gunune gore "Aziz Felipe Kasirgasi" seklinde isimlendiriliyormus. Eger ertesi yil da yine o donemde kasirga olmussa bunu 2. Aziz Felipe Kasirgasi diye isimlendiriyorlar.

Atlantik kiyisindaki kasirgalar, Pasifik'ten farkli olarak isimlendiriliyormus. Ornegin 2001'deki Pasifik'te Mexico Acupulca'daki kasirga Adolf diye isimlendirilirken, Atlantik'teki 2001 yilinin ilk kasirgasi Allison diye isimlendirilmis. Felaketten sonra sigorta islemleri, legal prosedurler ve tarihi referanslar dolayisiyla kasirga isimleri 10 yil boyunca bir baskasi icin kullanilamiyor. Hatta su link'e bakarsaniz simdiden gelecekte olasi kasirgalar isimlendirilmis bile.

11 Ekim 2005 Salı

Oykulu Geceler

New York'ta Turkiye'de gundemde olan yazarlari ve eserlerini tanitmak, burada yasayan Turk toplumunu edebi hayatla kaynastirmak amacli olarak duzenlenen bir okuma gecesi Oykulu Geceler. Bu yil 3.su 7 Ekim Aksami Marmara Manhattan'da basladi.
Konugu kim miydi? Kanayan, Yaralisin, Sular Ne Güzelse, Cam Kırıkları veeeeeeee Gulunun Soldugu Aksam desem hemen Erdal Oz dersiniz degil mi? He huzunlu bir romandir oyle "Gulunun Soldugu Aksam". Hala animsadikca bogazima bir yumru tikanir. Universiteye basladigim yilin ilk ayinda okumustum da, etkisini hala animsarim uzerimde uc gencecik insanin idam edilisini...

Elif Ozmenek ve Gungor Mimaroglun'un acilis konusmasi ile basladiktan sonra Erdal Oz ile soylesiye gecildi. Defne Halman ve Cem Baza'nin Kanayan'dan okuduklari oyku ile devam etti ve soylesiye devam edildi sonra yine. Erdal Oz'u dinlerken insan, Turkiye'nin politik calkantilariyla beraber yazin hayatinin da nasil etkilendigini, o donem insanlarinin sahip olduklari erdemlere sahip cikmak icin ne cilelerden gectigini goruyorsunuz.

Simdiye kadar 13 Oykulu Geceler programi yapilmis 2 yilda. Buket Uzuner, Can Dundar, Elif Safak, Koy Enstituleri benim simdi ilk aklima gelen programlardan. Oyku, siir, roman velhasil yaziya iliskin hersey bizi bizden alip goturen okurken baska bir dunyada olmamizi saglayan eserler.

Zamansizligimizi, 21. yuzyilin yogun hayat ritmini bahane edip cogu zaman okumamak ya da az okumaya nedenler bulurken benim icimde bir isik yandi cuma aksami.

Tesekkurler size Oykulu Geceler ekibi. Guzel is basariyorsunuz.

5 Ekim 2005 Çarşamba

AB

Turkiye'nin Avrupa Birligi miladi icin 3 Ekim 2005 onemli bir gun.
17 Aralik 2004'te soz verilen muzakarelerin baslama tarihi 3 Ekim 2005'de nihayet AB'nin kapisindan iceri girebilmek icin ilk adim atildi. Avusturya'nin karsit gorusune ve yasanan son dakika krizlerine ragmen diplomasi galip geldi.

Turkiye'nin AB'ye girisi kac yil alir bilinmez. Simdi hersey TR onune dayatilan derslerin yapilmasina bakiyor. Ama kolay mi bir kulturu AB uyumlu mintikalar zincirine oturtmak?
Yillar yillar yillar alacak bir proses ve ulkenin basindaki yoneticilerin performans ve istekleriyle sekillenecek bir durum.

Her acidan heyecan verici ... Kolay gelsin.

27 Eylül 2005 Salı

Central Park'ta Paten

Sheep Meadow; Cental Park icinde su herkesin icinde yuvarlandigi, guneslendigi, freesbie oynadigi, mac yaptigi kocaman cim alan. Buranin bati kiyisindaki minik alanda da -yanilmiyorsam 67. cadde hizasinda- patenciler kayar. Uc bes kere yanindan gecerken denk geldik ve izledik gosterileri. Artik bir sure sonra bazi yuzler tanidik gelmeye basliyor. Yukardaki resimde soldaki bol pantolonlu ustsuz arkadas gibi...

17 Eylül 2005 Cumartesi

Goz Haritasi ve Kontak Lensler

Henuz lasik operasyonlara karsi kafaca kendini hazir hissetmeyenler kontak lensle idare etmek zorundalar. Her yil goz doktoruna gittigimde lasik operasyonlarin basari oraninin ne kadar yuksek oldugundan bahsetse de ben yeni gelisen lensleri sormaya devam ediyorum.
Goz numaram cok yuksek olmadigi ve astigmat gibi baska goz kusuru da bulunmadigindan yumusak lensler benim icin ideal bir secim.

Sabahtan aksama kadar lens kullananlarda sik rastlanan bir durum goz kurulugu, kizariklik ve yanma. Tum gun gozun oksijensiz kalmasi karsisinda yumusak lensleri daha gaz gecirgen yapmanin yolu ise icindeki silikonu arttirmak olmus. Sert lenslerde uzun zamandir saglanan bu teknoloji, simdi yeni jenerasyon yumusak lenslerde de uygulanabilir olmus. Standart lenslerin ana maddesi su ve plastik. Silikon suyu sevmediginden su ana kadar bunu yumusak lenslerde uygulamak mumkun degilmis ama artik bu da degismis durumda. Basta Johnson & Johnson'in Acuvue serisi olmak uzere Bausch and Lomb ve digerleri de bu teknolojiye gecmis veya gecmek uzereler.

Yillik goz kontrolunde 2 yildir gozcum bana optomap denilen goz retinasini laser isigi teknigiyle %90 oranda tarayan bir makine kullaniyor. Standart goz taramasinda gozun icine bir madde verilip damarlarin 5dk genislemesi beklenip 30 derecelik bir tarama yapmak mumkunken, optomap ile cekilen resimlerde 200 derecelik bir tarama yapilabiliyor.

Goz hersey, iyi bakmak lazim.

14 Eylül 2005 Çarşamba

Vending Machine

Simdi is yerindesiniz, caniniz ogle yemegi ustune soyle minik bir tatli cekti. Ya da sabah ise geldiniz ama kahvalti yapmadiniz, cekmecenizde de yiyecek birsey yok. Ee en yakin yere yurumek istemiyorsunuz ya da is yeri sehir disinda araba kullanmak istemiyorsunuz. Iste bu durumlarda refreshment room'daki vending machine'ler imdadiniza yetisir. Su yandaki makinada gorunen yiyecekler her ne kadar junk da olsa, basiniz sikistiginda ise yarayan minik kahramanlar. Yiyecek vendinglerinde ben hemen hemen hep ayni sirada gordum urunleri. Ilk iki raf cipslere ayrilmis, sonraki iki uc raf cookie, gofret, donat, pop corn'a ve son raf da cikletlere. Bu makinalar ya 1$ ya da bozuk parayla calisan makinalar. Diyelim guc bela son 1$'inizi cuzdaninizda bulup hevesle makinaya koydunuz ya da son bozuk paranizi attiniz, C8'e basip twix'inizi bekliyorsunuz. Aman o da ne, twix cikmasi gereken helezon araliga sikisti kaldi. Artik paranizi iade etmek icin cok gec. Ya arkanizdaki ayni urune basinca iki tane alacak, ya da bozuk para bulmanin bu arada ordaki twix'i kimseye kaptirmamanin yolunu ariyorsunuz.

Bu vending machine'ler her yerde oylesine cok ki, iceceklisi, kahvelisi, cocuklara ciklet, seker dagitani, hatta sandvic turunde yemek vereni bile var. Postanelerde pul verenini de soylemeliyim.

Basta isyerleri olmak uzere, oteller, hastaneler, sinemalar, postaneler vending makinalarinin park ettigi koseler.

Hersey iyi guzel de arada bir parayi yutmasi ve istedigim urun sikismasa bu aletleri daha cok sevecegim.

Sirket Evlilikleri

Is dunyasinda evlenen evlenene. Big five kaldi big three, Oracle bugunlerde Siebel'i satin aldi, Sprint'le Nextel birlesmesi tamamlandi, 2 yil onceki ATT & Cingular birlesmesi onlari US wireless endustrisinde siralamada 2. siraya oturttu. Genelde merge operasyonlar buyuk baligin kucuk baligi yutmasi seklinde olsa da merger onaylanincaya kadar FCC (Federal Communications Commission) regulasyonundan gecmesi gerekiyor. FCC; radyo, televizyon, kablo, uydu ve telefona iliskin uluslararasi ve eyelatler arasi iletisim sektorune iliskin regulasyonlari yapan bagimsiz, direkt kongreyle calisan bir US devlet kurumu.
Sanirim TR'de bu isi Sermaye Piyasasu Kurumu (SPK) yapiyor. Burada oldugu gibi gene TR'de de onay mekanizmasinda ana kriter sirketin halk acik olup olmadigi. Her sirketin islem gordugu borsa degeri farkli oldugu icin birlesme sonunda tek bir sirket olacagi gozununde tututularak belirli regulasyonlarin yapilmasi ve onaylanmasi uzun bir denetim ve onay mekanizmasi gerektiriyor.

Yeni birlesmis sirkette calisan birisi olarak, once bu uzun onay mekanizmasinda FCC'ye yeni sirketin executive management'i sunuluyor. CEO, COO, Chairman gibi pozisyonlar bu kategoride yer aliyor. Onaylanirsa alt layer'daki hazirliklar devam ediyor. Ana hatlariyla bolumler ve basindaki VP'ler bir alt layer'da belirleniyor, onaya sunuluyor. Eger FCC reddederse tekrar gozden gecirilip gerekli degisiklikler yapilarak tekrar sunuluyor. Sirket birlesmesinin FCC tarafindan onaylanip borsada tek kagittan islem gordugu gun "Day 0" diye adlandiriliyor. Artik hissedarlar icin tek sirket vardir borsada. Bu arada birlesen yeni sirket pazarda kendini on siraya oturtabilmek, hissedarlarin gozunde degerliligini arttirmak icin pazarlama, urun yenileme, musteri hizmetleri faaliyetlerini iyilestirme yonunde olabildigince agresif teknikler uygulamaya baslar. Kisa zaman icinde bunu yapip 'bakin biz artik yeni tek sirketiz' mesaji verilince HR, Customer Service, IT, Teknik, Satis ve Destek birimleri ile tek sirket olarak yuruyen bir kurum vardir artik ve o gun teknik olarak "Day 1" diye adlandirilir. Day 0 ile Day 1 arasindaki sure 1 ay da olabilir 1 hafta da, birkac ay da. Onaydan sonraki zamanda sirket ne zaman hazirsa tek kurum olarak yurumeye, o sure zarfinda sirket icinde internal duzenlemeler yapilir. Direktor ve altindaki manager'lar saptanir, bolumler duzenlenir, elemanlar gruplar icinde yerlerini alir.
Sancili ve calisanlar icin belirsiz bir donedir bu donem. Cunku her merger beraberinde redundant gruplari ve layoff'u getirir. Rekabetci kosullarin sinirlari tanimadigi bir devirde birlesmeler kacinilmaz. Arastirmalara gore merger'larin buyuk cogunlugu sonucta basarisiz oluyor. Sirketler arasi kultur uyusmazligi, altyapi farkliligi ve bunlarin konsolidasyonundaki zaman kaybi basarisizlik sebepleri. Ancak iyi yonetim, iyi urun, iyi servis ve piyasaya hizli uyum ile basari mumkun olur kanaatimce.

13 Eylül 2005 Salı

Istanbul Modern

Bu yaz TR'ye gitmeden once Istanbul Modern Sanatlar Muzesi hakkinda olumlu seyler duyunca mutlaka gorme gerekliligini hissettim icimde. Sikisik Istanbul programina Taksim seferini koyunca Tophane'den gecer, muzeyi de gezerim dedim. Once, yillardir gormedigim sevgili Okan ile Tophane'ye geldik. Amerikan Pazarinin ana caddeye yakin olan guzergahi turistik amacli otantik kafelerle dolmus. Her kafe hemen hemen birbirinin ayni. Mutlaka alcak sedirler ya da taburelerde oturulacak, nargile icilip, arkadaslarla laflanacak.

Istanbul Modern muzesine ulasim cok kolay. Eger arabanizla geliyorsaniz Karakoy'de nereye parkederim diye gozunuz korkmasin, cunku muzenin kocaman bir parki var. Taksi ya da toplu ulasim zaten ana caddeye bakan yolun uzerinden akiyor. Muzeye cikilan basamaklardan Tophane'nin camilerini, yamac uzerine kurulu apartmanlari gormek mumkun. Yalniz bu basamaklari cikarken etraftaki borular, muzenin bitmis insaatina ait demirler ve genis aluminyum plakalar manzarayi fena halde bozuyordu.

Muze persembe gunleri 2'ye kadar ucretsiz. 2'den sonra ve diger gunler 5YTL oduyorsunuz.
Girdikten hemen sonra tablolarin asili oldugu ve konusuna gore siniflandirilmis salonlar ve bolumler var. Her salonu ayri ayri keyif alarak gezmek icin uzun bir zaman ve not defteri lazim gitmeden once. Icerde camera ve camcorder yasak. Gorduklerinizi belleginize, notlarinizi defterinize yazacaksiniz.

Salonun bir ucundan icerdeki restaurant/bara suzulup soguk birseyler icebilir ya da bogaza bakan nefis manzarali masalardan birine kurulup Italyan agirlikli menuden kendinize ya bir tatli ya da acikmissaniz guzel bir yemek ismarlayabilirsiniz. Eger terasta bogaz manzaraii bir yemek yerseniz, yonunuz Ayasofya ya da Uskudar. Onunuzdeki konteynerlarin hemen asagidaki limanda demirlemis gemilere yuklenisi, martilarin Kadikoy-Besiktas ya da Karakoy-Kadikoy seferini yapan gemileri takip eden sesi ile iyi ki burdayim diyorsunuz.
Batidaki ornekleri gibi bir de gift shop'i var muzenin. Resim konusunda cok zengin olmasa da hatiri sayili kaynak bulmak mumkun.

Dogrusu muzeyi gezerken bunu Istanbul'a kazandiran Ezcacibasi'larla gurur duydum. Ulkemizin ovunebilecegi ve icindeki sanat eserleriyle zengin bir koleksiyonu Turk halkiyla paylasmalari adina onlara cok tesekkur ediyorum. Siz de mutlaka yolunuzu Istanbul Modern'e dusurup bunu sevdiklerinizle paylasin.

31 Ağustos 2005 Çarşamba

Dunyada Neler Oluyor?

Yasanan seyler gectikten sonra geriye bakildiginda, ya tatli bir ani olarak hatirladiklarimiz ya da icimizi burkan uzuntuler olarak yer ediyor anilarimizda. Ileriye referans olmasi icin neler mi var gundemde aguston 2005 sonu itibariyle:
  • Amerika'nin guneyi Golf korfezinden gelen "Katrina" kasirgasiyla sarsildi. New Orleans -ki benim cok sevdigim sehirlerdendir- bosaltildi, Missisipi eyaletinde yuzlerce olu var. daha sonra kasirga kuzeye ilerledi ve 2 gundur NY'ta ruzgarla beraber yagmur var.
  • Benzin fiyatlari biraz da Katrina'nin etkisiyle galonu $4'a cikti. Bush yonetimi USA'deki petrol rezervlerini acma yonunde karar aldi.
  • Hollywood'un altin ciftlerinden Brad Pitt ve Jennifer Aniston private bir judge'in karariyla resmi olarak bosandi. Boylece CA eyaletindeki "private judge" olayindan haberdar olduk.
  • iPod hala en popular muzik aleti. Ilerde bu satirlari okurken o zaman hangi alet en populer olacak acaba merak ediyorum. Sony'nin walkman'i gibi Apple'in iPod'i da 2000'lerin basinda devrim yaratti. Nano diye en ince iPod'i cikartiyor Apple piyasaya cok yakinda.
  • Artik herkesin blog'u var :) Yeniligin, teknolojinin, ilerlemenin sonu yok. Ilerki yillar insanda heyecan uyandiriyor.
  • Tour de France'i 7 kez kanarak rekor kiran Lance Armstrong hakkinda doping iddialari geldi gundeme. Bu yil yaristan once emekliligini aciklayan atlet, seneye tekrar katilabileceginin sinyallerini de vermeye basladi.

26 Ağustos 2005 Cuma

Tenis

Haftaya US Open Tenis basliyor (29 aug-11 eyl). Bu yil Agassi 20. kez US Open'a katiliyor. Eski gunlerini hatirlar misiniz Agassi'nin, uzun aslan yelesi seklinde kesilmis, kulaginda hac seklinde kupesi ve agresif hareketleriyle beynimize kazindi adeta.

Tenisi hem izlemeyi hem de oynamayi cok seviyorum. Genelde bahar ve yaz aylarina ait bir spor gibi. Kisin kapali kort bulmak kolay olmuyor. Boyle olunca da formdan dusmek cok kolay. Ilk dersimi '96 yazinda Marmara Universite'sinin Goztepe kampusundeki kortlarinda alarak basladim oynamaya. Universite yillarinda bir arkadasla oynamaya tesebbus etmis ama iki caylak top toplamaktan oyundan zevk alamamistik hic.
Sonraki yillarda cesitli tenis hocalarindan ders alarak teknigimi ilerletmeye calistim. Her hocanin kendi oynama teknigi var. Bu da sizin raketi tutusunuzdan, topu karsilamaya, servisi atmaya kadar her alanda etkiliyor.

Tenis, guc, konsantrasyon, zamanlama ve teknik gerektiren bir spor. Genelde hafta sonlarina ayarlarken oyunlarimizi, bugun cuma erkene rezervasyon yaptim Tony'le. 2 saat oldukca guzel gecti. Yarin da macimiza devam edecegiz.

23 Ağustos 2005 Salı

Bir Upgrade Oncesi Daha

Bir upgrade oncesi daha proje telasi yasaniyor. Bolum bazinda olan projenin, ayni aksam diger projelerle cakismamasi icin onceden planlama yapilmasi gerekiyor. Bunun icin "Proje Planlama" grubumuz ve projenin turune gore atanmis manager'imiz var. Eger Patch gibi sistemde olan sorunlari gidermeye yonelik bir proje ise genelde 2 hafta onceden baslayan proje call'lari oluyor. Prework list, hour by hour, contact list, harware list, software list gibi cesitli tab'lardan olusan degisik item'lar tartisiliyor 2 haftadan geriye dogru. Eger bu proje daha buyuk boyutta system release upgrade'i gibi ise o zaman proje call'lari 1 ay oncesinden basliyor. Proje gunu ya da 1 gun once de "GO, NO GO" diye isimlendirilen son call yapiliyor ve bir erteleme soz konusu degil ise yetkili kisi, "GO" deyip o gece proje yapiliyor.
Sistemlerimiz her ne kadar guvenilir, tum kontroller yapilmis olsa da bir hatanin olmasi ya da o proje sirasinda sorun cikmasi ihtimali her zaman var. Iste tum bunlar bir telasin, acaba basarili bir upgrade mi olacak stresinin soru isaretleri olarak bize yansiyor.

Oncelikle tum upgrade'lerde, calistiginiz grubun ve diger yan gruplarin cok buyuk onemi var. Isi bilen, teknik bilgisi kuvvetli, sorumluluklarini yerine getiren team'ler her yerde oldugu gibi, bizde de cok onemli. Cunku projemiz saat gece 11PM ile sabah 5AM arasinda "maintenance window" dedigimiz aralikta gerceklesmeli. Eger bir uzama soz konusu olacaksa o zaman, ust yonetimden izin alip, tabii nicinini izah edip, o araliktan once ya da sonra devam edebilme hakkimiz var.
Sorun oldugunda proje sirasinda call status, sonrasinda da post-mortem'lerle durumu tartisip ilerde engellenmesinin onlemlerini almaya calisiriz.

Hadi bakalim kolay gelsin...